Demokrasi ve hukukun üstünlüğü ilkeleri ile yola çıkan, rejimini değiştiren, özgürlüklerini geliştirmek için binbir hendek atlayan ülkemizin bugün demokratik ve diplomatik ilişkiler ve özgürlüklerin artırılması ile çözümleyeceği temel sorunları için savaş ortamına sürüklenmesini acı içinde seyrediyoruz.

Üstelik işin diğer acı tarafı ise şudur. Bu savaşın içinde bulunan gerek devlet ve temsiliyeti gerek ise Kürt siyasal hareketi ve silahlı gücü bu çatışmaların bazı dış güçler tarafından körüklendiğini ve teşvik edildiğini biliyor ve söylüyor. Üstelik bu dış güçlerin içerdeki uzantıları milliyetçilik ve din unsurları ile mezhepsel durumu kullanarak ateşe odun atıyor.

Yönetimler bu açık tahrik ve yanlış karşısında özgürlükleri artıran, siyasi diyalog ortamını geliştiren, silahları anlamsız kılan yasal düzenlemeler yerine olayları ve olguları deha sert tedbirlerle bastırmaya yönelik kararlara ve düzenlemelere gitmeleri de ayrı bir gelişme.

Bu güne kadar süre gelen çatışmalı ortamlarda siyaset sorunun çözümünü silahlı güçlere havale etti. Yıllar süren çatışmalarda bizzat çatışmaları yürüten güçler sorunun öldürmekle bitmeyeceğini siyasete de kamuoyuna da aktardı. Topu demokratik zemine attı ve “artık beni alet etmeyin” dedi.

Bu hamle karşısında yani 40 bin insanın ölümünden sonraki gelişmelerden sonra siyaset Kürt silahlı güçlerini düz ovada siyaset yapmaya davet etti. Lakin bu süreç bu kararı almakta geciken siyasetçilerin tamamını siyaset sahnesinden sildi.

Bu aşamadan sonra Türkiye’de yönetimi muhafazakâr kesimin temsilcisi olan AKP aldı. Çıraklık döneminde kendini sisteme kabul ettirmekle uğraşan bu siyasi hareket, kalfalık döneminde ise temel sorunların çözümü konusunda önemli adımlar attı. Bu adımların içinde Kürt sorununun demokratik yöntemlerle çözümü de bulunmaktaydı. Adına ne denilirse denilsin ister demokratik birlik ve kardeşlik olsun ister milli birlik ve kardeşlik olsun ister çözüm süreci olsun netice itibariyle Kürt sorunun çözümü konusunda doğru muhataplar bulundu ve bu sayede de önemli ilerlemeler kaydedildi. Abdullah Öcalan’ın devreye girmesi ile de silahlar sustu ve Kürt silahlı güçlerinin önemli bir bölümü sınır dışına giderken diğer birimleri ise sessizliğe büründü.

Dolmabahçe mutabakatından sonra beklenen artık ustalık döneminde bu sorunun tamamen çözüme kavuşturulması ve Türkiye’nin hedeflerine doğru hızla yol almasıydı ki birileri yola mayın düşemeye başladı.

7 Haziran seçimlerinden çıkarılması gereken sonuç aslında Türkiye’nin ve yurttaşların siyasetçilere nasıl bir dizayn verdiğinin anlaşılmasıydı. Ancak siyaset mekanizması bunu iyi okumaktan kaçındı. Tek başına iktidarın daha sağlıklı bir yöntem olduğuna inanan kesimler bu durumu kabul etmek istemedi. Oysa uzun dönemli tek başına iktidarlar sistemi tek yapıya dönüştürüyor. Tıpkı askeri hiyerarşi gibi bir devlet yapısı ortaya çıkıyor ve ülkede demokrasi yerine tek parti iktidarı ve söylemi ortaya çıkıyor. Her şey iktidar partisi liderinin iki dudağı arasından çıkan söze kalıyor ve demokrasi mutlak bir krallığa dönüşüyor. Bizde krallık olmayacağı için sultanlık olur. Zaten sıkıntılarımız da bu meseleden ortaya çıkmadı mı?

Kürt sorunundaki tıkanmanın sembolü 7 Haziran öncesi ortaya çıkan iki cümlede somutlaştı. Kürt siyasal hareketinin “Seni başkan yaptırmayacağız” söylemi ile “Beni başkan yaptırmazsanız kaos çıkar” tavrı çatıştı ve bugünkü yaşananlar oldu.

Sağlık bakanının ifade ettiği gibi eğer bu seçimlerde AKP tek başına iktidar olsaydı ve Cumhurbaşkanına başkan olma imkânı doğsaydı bu olumsuzlukları yaşamıyor olacaktık.

O halde bu savaşın asıl nedeni esas meselelerden değil usulden olmuştur!

Yani buzdolabındaki çözüm sürecinin donmaktan kurtarılması için kişisel egonun tatminin sağlanması veya bencillikten vazgeçilmesi gerekmektedir. Bunu sağlamanın yolu ise buna zemin hazırlayacak olan yasal ve siyasal zeminler yaratmaktır. Siyasetin görevi de budur. Hükümet bu konuda çalışma yapmalı ve aradaki buzların erimesi için çaba sarf etmelidir. AKP eğer Türkiye’de tek başına etkili bir iktidar olmak istiyorsa Kürtlerle barışmak zorundadır. İktidar olmanın sadece 276 milletvekili almak olmadığını herkes iyi biliyor sanırım.

Ancak hükümet bu yönlü çalışmalar yapmak yerine sertliğe dayalı ve antidemokratik ve özgürlükçü olmayan yasal düzenlemelerle uğraşmaktadır. Bu çalışmaların fayda getirmeyeceği de açıktır. Çünkü bu yasal düzenlemeler yarar yerine zarar getirecektir. İç güvenlik paketi düzenlemesi, yeni korucuların alınması çalışması ve son olarak çıkarılan ispiyonculuk ve para karşılığı ihbar yönetmeliği bu düzenlemeleri içinde yer almaktadır. Çünkü uygulamada da görüleceği gibi birçok masum vatandaş tuzaklara düşürülecek ve bu kaynak bazı açıkgözler için geçim kaynağı olacaktır. Bu nedenle ne bu yasaların çıkarılmasına zemin hazırlayan toplumsal olayların ne de bu yasal düzenlemelerin halkın yararına olmadığını belirtmek isteriz.

Yapılması gereken toplumun önünün açacak adımların atılmasıdır. Esnafın malına zarar vermek ne kadar yanlış ise vatandaşların canına zarar verecek olan paralı ispiyonculuk sistemi de o kadar yanlıştır.

Eski kovboy filmlerinde duvarlara resimler asılır ve altına da “Wanted” yazardı. Kelle başına kesilen para da ödül olarak afişteki yerini alıyordu. Dileriz bu işler olayı kele avcılığına yönlendirmez.