Liderlik sadece var olanın üzerinde hüküm sürüp kaynakları sonuna kadar kendi istek ve yorumlarına göre kullanmaktan ibaret değildir.

Bu yöntemi seçen ve sadece kendi ülkelerini değil yeryüzüne cehenneme çevirmeyi başarmış olan liderleri de biliyoruz.

Büyük İskender, Napolyon, Hitler bu lider tiplemelerinin birer örneğidir.

Ülkelerini sıkıyönetim tarzları ile idare etmeyi deneyen liderlerde var Stalin gibi lakin hangi kanada bakarsanız bakın bu tür liderlik anlayışlarının yani zora dayanan liderlik anlayışlarının ve liderlerin bütün ihtişamlarına rağmen kaybettiklerinde büyük kaybettiklerini de tarihte görüyoruz.

Buna karşılık ülkelerindeki sorunları barışçıl yöntemlerle çözmeyi deneyen bunun için eziyetler çekmeyi yeğleyen liderler de var yeryüzünde. Bu lider tipleri ne kadar zorlansalar zorlansınlar sonuçta çözüm odaklı düşünmekten geri durmamış ve mücadelelerini bu şekilde yürütmüşlerdir. Mahatma Gandi ve Nelson Mandela bu tür liderlik sınıfında değerlendirilebilecek liderlerdirler.

Netice itibariyle dünya insanları bu tür liderlikleri değerlendirirken birilerine rahmet okurken diğerlerini beddualarla anmaktadır.

Çağdaş dünya artık özgürlüklerin ve huzurun konuşulduğu ülkeler ile savaş ve eziyetin çekildiği ülkeler diye iki ayırıma tabi tutuluyor. Dünyanın batı kesimi özgürlükler ve refahı ile tanınırken Doğu ve bizimde içinde bulunduğumuz Ortadoğu coğrafyası ise geri kalmışlığı ve sorunları içerisinde boğulmakla uğraşan ülkeler olarak biliniyor.

Bunun nedeni elbette liderlerin bakış açısından kaynaklanmaktadır. Özgürlüklerin, tartışma ortamlarının, insanların görüşlerini açıklayabildikleri, farklılıklarına rağmen birbirileri ile kucaklaşabildikleri ülkelerde kaynaklar daha çok ilerleme için kullanılırken diğer ülkelerde kaynaklar silaha ve savaşa ayrılmakta ve insanlar kendi kaynakları ile yok olmaktadırlar.

Toplum ne kadar ufku açık liderlerle yönetilirse o kadar ilerleme şansına sahiptir. Bu nedenle iyi ve başarı lider ülkesinin sorunlarını barışçıl yöntemlerle çözen liderdir.

Eğer toplumda liderin kendi çıkarlarını toplumsal çıkarların üstünde tutuğu kanaati yaygınlaşırsa yapılan bütün iyi işler ve başarılı adımlar bir anda gölgede kalır ve lider temel özelliklerini yitirir. Saygınlığı ve güvenilirliği ortadan kalkar. Görevlerini ve liderliğini mecburen baskıya yönelerek sürdürmeye çalışır ve artık yönetme ve yönetilme o ülkede eziyete dönüşür.

Söz yerini silaha bırakır.

Barış güvercinleri yerine savaş şahinleri etkili olmaya başlar.

Masumlar ölür güçlüler kalır ve sonuçta güçlüler karşı karşıya gelerek birbirine yok eder.

Bu mücadele daha güçlü birinin gelip geri kalanı yutması ile son bulur.

Ülkemizde de son seçim sürecinden sonra yaşananlar ne yazık ki bizleri ürküten bir manzaraya dönüşmüştür. Yapılanların izahı yoktur. Hiç kimse yaptıklarının dayanaklarını kendini haklı göstermek için kullanmaya kalkışmasın çünkü inandırıcı gelmiyor. Tıpkı evlerinde öldürülen polislerin durumu gibi tıpkı sınır ötesi operasyon ile Kandilin vurulması gibi.

Ortaya çıkan son manzara beni başkan yaptırmayanlara haddini bildiririm tavrıdır. Emanetçi olan bir hükümet varlığına rağmen ülke politikalarını belirleyen, ülkeyi iç savaşa sürükleyebilecek politikaların yürütülmesi konusunda ısrarları ve açıklamaları ile ülkeyi yönlendiren bir anlayışla hükümeti devre dışı bırakan ve astığım astık kestiğim kestik anlayışında olan bir liderlik anlayışını anlamak mümkün mü?

Tartışmalar incelendiğinde sanki bir ülkenin yönetilmesi meselesi değil de miras paylaşımında anlaşamayan iki tarafın pay kapma mücadelesi tartışılıyor.

Cumhurbaşkanı Kürtlerin Türkiyelileşme politikasını yürüten temsilcisinin başarma gayretleri karşısında kellesini istiyor. Beni başkan yaptırmayana bu ülkede huzur ve rahat yok algısı yaratıyor. Yandaş medya ise tamamen bu perspektif doğrultusunda bütün etiklerden uzak yayınlarla yükleniyor da yükleniyor.

Lakin bu günler de geride kalacak. Gün gelecek bugün ülkenin kaderi konusunda bu tür tavırlar sergileyenler yaptıklarından çok utanacaklardır. Tabi onur denilen şeyden ufak bir pay sahibi iseler.

Bunun örneklerini de yakından yaşıyoruz. Doksanlı yıllardaki bu tavırları hatırlayın. Yani ülkedeki Kürt sorunu konusunda basının olayları milli maç gibi izleme talimatı aldığı dönemleri. O zamanlar İHD Genel Başkan yardımcısı olan Osman Baydemir eleştiri odağıydı. PKK’yı neden kınamıyorsun soruları neredeyse evinin balkonuna asılacaktı. Sonraki dönemlerde olup bitenleri zaten çoğumuz biliyoruz. Meclisin geçen günkü toplantısında kürsüde milletvekili olarak bulunuyor ve barış çağrısı yapıyordu. Nereden nereye değil mi?

Ülkenin bu hale gelmesinin bir başkanlık meselesinden kaynaklandığını artık herkes kabul ediyor. Bu durumda sormak gerekiyor velev ki başkan oldunuz peki değişecek misiniz? Ülkeyi kaosa sürüklemekten uzak duracak mısınız?