ÜNİVERSİTE GİRİŞ SINAVI
Dün 1 Nisandı.
Bir Nisan insanların birbirleri ile şakalaştıkları, hayattan zevk almaya uğraştıkları hal ve hareketlerle birbirlerini gülümsetmeye çabaladıkları bir gün.
Ne yazık ki bu sene 1 Nisan Pazar günü öyle bir gün değildi. İki milyona yakın genç insan yıllardır harcadıkları emeklerinin karşılığını birbirlerini ezerek, yenmeye çabalayarak almaya uğraştıkları bir gün oldu.
Şaka yapmaya ne vakitleri ne tahammülleri vardı. Uykularından oldukları, soğuk kış günlerinde neredeyse donmayı göze alarak çevirdikleri kitap sayfaları arasından öğrendikleri bilgilerle bir sınav kazanmanın telaşıydı onların yaşadıkları.
Yaşadıkları sadece çektikleri eziyetlerden ibaret değildi elbet. Bir de ailelerinin yüzüne rahat bir şekilde bakabilmek için kazanmak zorundaydılar. Kapasiteleri, öğrenebilme düzeyleri, bünyelerinin durumu, hasta olup olmadıklarının hiçbir önemi yoktu. Tek şey vardı önemli olan o da o sınavı KAZANMAK tı,
Birçoğunun zaten doğuştan ve çevreden gelen geriden başlama şansları bir de hastalandılarsa bir eksi daha kazanmış oldu. Okula devam etme şansı yakaladıklarında sınavı kazanan akranlarından çok daha başarılı olabilme ihtimalleri olmasına rağmen iki saatlik sürede başlarına gelen tufandan geçemedilerse yıkılan nice gencimiz de olmuştur mutlaka.
Evet, çocuklarımız mecliste kavga gürültülerle bir türlü kararlaştırılamayan eğitim sistemlerinin kurbanı olarak girdiler 1 Nisandaki Üniversite giriş sınavına.
Bunun bir kader olmadığı her halde herkesçe kabul edilen bir durumdur. Bunca insan okuyup bir meslek sahibi olmak, belki de bir lokma rahat ekmek yemek için bu sıkıntılara girerken kendilerine dayatılan eşit olmayan koşullarda mücadele veriyor.
Galatasaray Lisesi öğrencileri ile Petrol lisesinin öğrencileri aynı sınavda aynı soruları aynı zamanda çözmek için yarıştılar. Puanı yüksek olan sınavı kazanacak ve eşit koşullarda yapılan bir sınavdı deyip sineye çekeceğiz!
Olay sadece bu örnekle sınırlı değil elbet. Kolejlerde okuyanlar ile varoşlarda yaşayanların da bu eşit olmayan yarışta yarışmaları var.
Kimsenin malında ya da eğitiminin kalitesinde gözümüz de yok karşı olduğumuzda. Zaten atı alıp Üsküdar’ı geçenlerin çocukları bizim çocuklarımız gibi devlet üniversitelerinin kapısında sürünmüyor. Babalarının şişkin cüzdanları sayesinde ya özel üniversitelere ya da Amerikalara gidip okumayı yeğliyorlar.
Öyle ya bu ülkede onlara yetecek kadar bilgi de özgürlük de yok!
Bu sıkıntıları yaşayanlar sadece çocuklar ya da gençler değil elbet. Biz ana ve babaların çektikleri de ayrı bir dert. Okutursan bin bir zahmet okutmazsan bin bir dert. Elde avuçta ne varsa çocuklar için elbette seferber ediliyor. Eşit koşullarda yarışmayacakları bilindiği halde elden bir şey gelmemenin ezikliği ile yükleniliyor çocukları. Ha gayret denilerek etrafta okuyup hayatını kurtaran yakınların, dostların, komşuların isimleri örnek gösteriliyor. Kıskandırma ve imrendirme çabaları ile yarışmacı hırslandırmaya çapaklandırılıyor. Bilimsel olarak bu tavır doğru olmasa bile ne yazık ki deneniyor. Yenmiyor yediriliyor. Giyilmiyor giydiriliyor. Gezilmiyor ama çocuk dershaneye yetiştirilmeye çalışılıyor.
Bütün bunlara ek olarak sınavın kötü geçmesi durumunda ailelerin ve öğrencilerin yaşadıkları sıkıntılar var.
Peki, bütün bunlara değiyor mu?
Bu ülkede okumak için bu kadar sıkıntı çekmek zorunda mı insanlar?
Bize göre hayır.
Birileri daha rahat kazansın diye, birileri böyle buyurmuş diye yürütülüyor bu sistem.
Bu sistem adalet değil haksızlık doğuruyor ve çocuklarımıza yazık oluyor.