14 Mart ülkemizde Tıp Bayramı olarak kutlanmaktadır. Bu gün ve hafta dolayısıyla bütün sağlık çalışanlarımızın günü kutlar, mesleklerinde rahtlık ve başarılar dileriz.

Tıp söz konusu olduğunda mitoloji devreye girer. Lakin bizim tıp tarihini aktaracak halimiz yok.

Mitolojiden öte, yaşadığı kesin olarak bilinen ve hizmetleri sonucu tıbbın babası olarak kabul gören isim Hippocrates’tir.. M.Ö. 460–450 yılları arasında Kos adasında doğan ve babası da doktor olan Hipokrat'ın tıbba katkıları ve getirdiği felsefe dünya tıp çevrelerince hâlâ kabul görür ve bu sebeple birçok ülkede hekimler mezun olurken “Hipokrat Andı” adı altında meslek yemini ediliyor.

Bu tarihin ülkemizde kutlanmasındaki konumu ise Sultan II. Mahmut'un yenilikçi hareketleri sonucu, hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi'nin de katkılarıyla batılı anlamda ilk tıp mektebi olan, Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire 14 Mart 1827 Çarşamba günü Şehzadebaşı'ndaki Tulumbacıbaşı Konağı'nda kurulmasıyla başlar. Bu şekilde, tıp tarihimizde 14 Mart yerini almış.

Bu genel bilgilendirmeden sonra gelelim bugün sağlık meselesinin ve sağlıkçılarımızın içinde bulunduğu duruma.

Öncelikle şunu belirtmekte fayda var. Türkiye sağlık alanında son on yıllık dönemde oldukça önemli mesafeler kat eden ülkelerden biridir. Bu gün sağlık turizmi alanında kendinden söz ettiren bir ülkede yaşıyoruz.

Hastanelerimizde eskiden olduğu gibi uzun ve bitmez kuyruklar yok artık. Üstelik herkesin bir şekilde sağlık güvencesine kısmi dahi olsa kavuştuğunu belirtmek mümkün. Bu durum geçmişe göre çok iyi ancak günümüz koşullarda hedeflenen noktaya varış konusunda yetersiz kalmaktadır.

Sağlık alanında vatandaş olarak çektiğimiz sıkıntıların başında sağlığın paralı hale getirilmiş olmasıdır.

Bu yaklaşım her ne kadar özel sektör mantığı adı altında yürütülmekte verilen hizmetin farkları şeklinde kabul ettirilmeye çalışılsa da sosyal devlet kavramında özellikle sağlık alanında bu farkın bu kadar belirgin olmaması gerekmektedir. Parası olanın parası kadar sağlık hizmeti ve ilgi aldığı bir sistem eşitlik prensibine de aykırı bir durum yaratmaktadır. A,B,C şeklinde sağlık tesislerini sınıflandırırken farkında olmadan veya olarak vatandaşlarımızı da aldıkları hizmet bakımından A sınıf B sınıf C sınıf vatandaş olarak kategorileştirmiş oluyoruz.

Bu sistemsel sıkıntının yanında bir de bizim yaptıklarımız var elbet. Vatandaş olarak başımız ağrıdığında, en ufak rahatsızlığımızda koştuğumuz sağlık personeline karşı zaman zaman ortaya koyduğumuz tavırlar ne yazık ki utanılacak bir hal almaktadır.

Sağlık sektörü çalışanları bizi iyileştirdiklerinde, yardımımıza koştuklarında bir sorun olmuyor lakin bize veya yakınlarımıza ilgilenme oranları bizim istediğimiz hızda gerçekleşmeyince ne yazık ki olumsuz tavırlar sergileyebiliyoruz. Bu elbette çoğunluk için geçerli bir yaklaşım değil ancak çıkan olaylar ve saldırılardan da anlıyoruz ki sağlık personeline karşı yaklaşımlar istenilen düzeyde iyi değil.

Bu nedenle de sağlık çalışanlarının en büyük sorunlarından biri de kendilerine yönelen şiddet meselesidir. Bu konu ile ilgili olarak geçen hafta açıklamalar yapıldı.

Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, Milliyet’e yaptığı açıklamada, hekime ve sağlık çalışanlarına şiddeti önlemede yeni bir çalışma içinde olduklarını belirterek, “Bu hafta inşallah Bakanlar Kurulu’na getireceğiz. Şu anda mahkemelerin iki yıldan az olan cezalarda tutuklama yetkisi yok, tutuklama yapamaz. Şimdi hekime ve sağlıkçıya şiddet uygulayan kim olursa tutuklayabilecek. Eskiden olduğu gibi 2 yıl süre sınırı olmayacak. En caydırıcı olan bu. Bunun dışında daha farklı uygulamalar daha var. Onları da çarşamba günü Bakanlar Kurulu’na sunduktan sonra ve onların da artı eksi önerilerini aldıktan sonra yol haritamız çıkmış olacak” diye konuştu. 

Çıkan tartışmalar nedeniyle insanların cezaevlerine atılmalarına elbette olumlu bakamayız ancak sağlık alanında yapılan saldırıların karşılıksız veya etkisiz kalması da büyük sorunlara neden olmaktadır. Bu durum elbette durup dururken ortaya çıkmıyor. Son yıllarda artan saldırılar nedeniyle böyle bir konu da gündeme gelmiş bulunuyor.

Sağlık Bakanlığı rakamlarına göre;

 2013’te 7 bin 157 sözel şiddet, 3 bin 558 fiziksel şiddet (toplam 10 bin 715),

2014’te 7 bin 227 sözel şiddet, 3 bin 947 fiziksel şiddet (toplam 11 bin 174),

2015’te 8 bin 221 sözel şiddet, 3 bin 694 fiziksel şiddet (toplam 11 bin 915) gerçekleşmiş.

Yani verilere göre sağlık çalışanları 2015’te günde ortalama 10 fiziksel şiddet, günde ortalama 22 sözel şiddet olayıyla karşı karşıya kalmışlar.

Durum böyle olunca da sorunun caydırıcı bir yöntemle çözümü hükümetin gündemindeki yerine almış oluyor. 
Bu yasal düzenlemeyi yapmayı planlayan hükümetin sağlık çalışanlarının sorunlarının çözümü konusunda da başta tabipler odası ve Sağlık sendikalarının önerileri doğrultusunda bir çalışma yürütmeleri de yerinde olacaklardır.

Çünkü sağlıkta sağlıklı bir sonuca ulaşmanın bir yolu da sağlık çalışanlarını rahatlatacak uygulamaları devreye sokmaktır. Hekim başına düşen hasta sayısına baktığımızda hekimlerimizin karşı karşıya kaldıkları sıkıntılar da ortada. Başhekimlerin bile rahat bir ortamda görev yapamadıkları hastanelerimizi görünce bu alanda daha atılması gereken çok adımın varlığını da kabul etmemiz gerekiyor.

Bu vesile ile sağlıktaki sorunların bir an önce çözülmesini temini ediyor ve sağlık çalışanlarımızın tıp bayramını tekrar kutluyoruz.