Suriyede rejim karşıtları ile diktatör iktidar arasındaki çatışmalarda Kofi Annan planının kabul edildiği açıklamaları ile ateşkes sürecine girmiş bulunmakta. Öncesinde Türkiye’nin olaya bakış tarzının müdahaleci bir yaklaşım içerdiğini belirtmek gerekir. Türkiye’nin 1999 tarihinde yarattığı psikolojik baskının tekrarı niteliğindeki hava bu kez sonuç vermedi. Ve Esad yönetimi yelkenleri suya indirmedi.
Suriye konusunun riskli bir konu olduğu ve iyi düşünülmemesi gerektiği hususunda yetkili ve etkili iktidarı uyarmaya çalışmıştık ve uyarılara devam etmeyi de sürdüreceğiz.
Öncelikle belirtilmelidir ki Türkiye’nin Suriye’ye bakış tarzı ve yaklaşımı “Kürtlerin Suriye’deki konumuna endekslenmemelidir.” Bu yaklaşımın oldukça yanlış ve uzun vadede iki ucu keskin kılıç olduğunu hatırlatalım.
M.Ali Birand’ın geçen gece yaptığı yorumda da net olarak ortaya çıktı ki mesele kürt meselesi ile bağlantılı olarak yorumlanmaya devam ediyor.
Türkiye müdahalesi mülteci sayısının yüz binleri geçmesi ve PKK’nın Suriye’deki bölgede etkinlik alanı kurmasına bağlanmış gibi görünüyor.
Tampon bölge veya güvenli bölge olarak tanımlanan müdahale için dört değişik senaryodan bahsediliyor. Bunlardan ikisinin Kürt bölgesi ile alakası yok iken diğer ikisi tamamen bu bölge ile bağlantılı görünüyor.
Öte yandan Oytun Orhan tarafından hazırlanan “Suriye’de Güvenli Bölge Tartışmaları: Türkiye Açısından Riskler, Fırsatlar ve Senaryolar” başlıklı ORSAM raporunun söz konusu tartışmalara ışık tutmak maksadı ile hazırlanıp yayınlandığını da belirtelim. Raporda özet olarak şu konulara değiniliyor;
“- Suriye’de olayların başlamasının üzerinden bir yıl geçtikten sonra ortaya çıkan gerçek
Suriye’de iktidar mücadelesinin tam bir bilek güreşine dönüştüğü ve hem rejim hem de
Muhalefetin pozisyonlarından geri dönmesinin neredeyse imkânsız olduğudur. Mücadele,
Rejim devrilene ya da muhalefet bastırılana kadar devam edecek gözükmektedir.
- Suriye ordusu ile askeri muhalefet arasında asimetrik güç durumu mevcuttur. Bu gerçek
bizi, “Esad rejiminin, dış aktörler tarafından askeri önlemler alınmadan ya da askeri
muhalefete dış destek verilmeden değişmesinin çok zor olduğu” sonucuna götürmektedir.
Dolayısıyla Suriye’de rejim değişimini savunan aktörler açısından daha somut ve sert dış
politika seçenekleri tartışılmaya başlanmıştır. Bu çerçevede güvenli bölge seçeneği ön plana
 çıkmaktadır.
- Güvenli bölge oluşturulurken şu unsurlar dikkate alınmalıdır: Güvenli bölge kurulması
düşünülen alanlarda yaşayan nüfusun etnik, dinsel, mezhepsel dağılımı. Yerel unsurların
Suriye rejimi ve muhalefeti ile ilişkisi, ayaklanma hareketine bakışları. Yerel halkın Türkiye’ye bakışı ve bir güvenli bölge oluşumuna nasıl yaklaşacağı. Bölgede Türkiye açısından güvenlik tehdidi oluşturabilecek devlet dışı güçlerin varlığı. Son olarak da bölgenin coğrafi durumu.
- Suriye içinde oluşturulacak güvenli bölgenin çok dar bir alanda kurulması, hem insani
barınma hem de askeri korumasının sağlanması açısından sıkıntı doğurabilir. Bu nedenle
güvenli bölge oluşturulacaksa en azından 20 kilometrelik bir derinliğe sahip olması gerekir.
Ancak bu bölgenin Suriye içindeki sınırı düz bir hat olmayacaktır. Coğrafi koşullar ve
yerleşim birimleri dikkate alınarak sınır Suriye içine ya da Türkiye tarafına daha yakın
bölgelere çekilebilir. Bu bölgeye doğal olarak karadan ve havadan askeri koruma sağlanması
gerekecektir. Bölge her şeyden önce Suriye ordusunun operasyonlarından kaçan Suriyeli
sivillerin Türkiye topraklarına girmeden karşılanması ve güvenlik riski altında olmadan
barınmalarına hizmet edecektir. Türkiye böylece büyük göç dalgalarının yaratacağı,
ekonomik ve sosyal problemlerin önüne geçmeye çalışacaktır. Güvenli bölgenin kuruluşunun
Nihai amacının ne olacağına ilişkin sorunun yanıtı, güvenli bölgenin nerelerde ve nasıl
Oluşturulacağına da ışık tutmalıdır.”
Raporda dört alternatif de şu şekilde sıralanmış;1-En güvenli hat 2-En riskli hat 3-Az risk maksimum fayda 4-Alternatif Hat”
Bütün bunlara rağmen Türkiye’nin kararlaştırmadığı konu Kürt bölgesine direkt kendisinin mi yoksa Kuzey Irak Kürt Yönetiminin mi müdahale etmesi konusudur. Her iki konunun da risk taşıdığını belirtmek gerekir.
Bize göre Türkiye’nin bu kadar fazla bileşenle ayrı ayrı politikalar yürütme yerine Kürtlerle uzlaşma yollarını denemesidir. Sorunu ötelemek fayda sağlamaz. Eninde sonunda bir uzlaşma olacağına göre bu uzlaşmanın Türkiye üzerinden gerçekleşmesinin hem Kürtler için hem de Türkiye için faydalı olacağını görmek gerekiyor.