Kuzey Afrika ve ortadoğuda ki değişim rüzgârlarının ilk esintileri Büyük Ortadoğu Projesinin açıklanması ile başlamıştı. ABD dünyayı gücünün yettiği oranda ve şekilde değiştirmeye çalışırken Ortadoğu konusunda da hazırladığı projesi vardı. Önceleri hayali bir projeymiş gibi geldiyse de sonradan anlaşıldı ki bu işin şakası yok ve iş ciddi.
Enteresandır ne zaman güçlü olanlar kendi çıkarları için bir değişiklik yapmaya kalkışsalar revaçta olan kavramları çok iyi kullanırlar. Ortadoğu’daki değişimin adına da Arap Baharı deniliyor. Bunca ölüm ve kargaşa içerisinde oluşturulan baharın nasıl ve niçinler hiç tartışılmak istenmiyor. Tartıştırılmıyor.
Tunus, Mısır, Libya, derken Baharın yakıcı ateşi sınırlarımıza kadar gelip dayandı. Emperyalizm kendi ilkelerini demokrasi adı altında yerleştirmeye çalışırken despotizme karşı mücadele ediyor görüntüsü sunuyor. Despotizm kendi egemenliğini sürdürmeyi ulusal çıkar kılıfına ve diş müdahale esprisine sığınmaya çabalıyor. Tencere dibin kara senin ki benden kara misali.
Antidemokratik yönetimlerin demokratikleştirilmesi elbette insanların refah, huzur ve gelecekleri için olumlu adımlar. Ancak bunlar gerçekleştirilirken insanların en az zararla işin içinden çıkmalarının sağlanması gerekir. Demokrasi ve insan hakları getirme adına ülkelerin insanlarının yarısını birbirine kırdırtarak öldürtürseniz getirdiğiniz refahın pek anlam ifade ettiği söylenemez.
Mısırda Hüsnü Mübarek iktidardan indirilince yerine geçen Müslüman kardeşler örgütü oldu. Oysa bu örgütün yıllardır karşı çıktığı rejim ABD hegemonyasıydı. Şimdi Arap Baharı sloganı adı altında iktidara taşındı. Libya’da olup bitenler herkesin malumu. Kaddafi gitti ama Libya’da savaş bitmedi.
Ve sıra komşumuz Suriye’ye geldi. Daha döne kadar sırma köşklerde ağırladığımız Beşar Esad ve yönetiminin iktidardan düşürülmesi için muhalefete açık bir şekilde destek veren bir yönetim anlayışı sergileniyor.
Türkiye’nin Suriye politikasını sadece insani yardım, Sünnilerin korunması olarak görürsek eksik bir bakış açısı ile olaya bakmış oluruz. Burada da olayı ve olguyu belirleyen unsur Kürt meselesidir. Şimdiye kadar sessiz duran Suriye muhalefeti son olarak yaptığı açıklamada Kürtlere yerel yönetim ve vatandaşlık hakkının verileceğini açıkladı.
Suriye’nin mevcut durumu tıpkı Irak’ın durumuna benziyor. Şii ve Sünni Araplar ve Kürtler. Suriye’de Esad rejiminin bu şekilde sürmeyeceğini artık herkesin görüp kabul etmesi gerekiyor. Sözüm ona ülkenin demokratikleştirilmesi için verilmesi düşünülen hakların bu saatten sonra istenen sonucu doğuramayacağı açık. Şimdilik silahlı müdahaleye karşı çıkan Rusya ve Çin gibi ülkelerin durumları sansasyonel birkaç olaydan sonra tabidir ki değişikliğe uğrayacak. Ve suriyede değişim gerçekleşecek. Evet, şurası açıktır ki bu süreçte hayatlarını kaybeden insanların sayısı artacak. Suriye muhalefetine gizliden ve sonradan açıktan silah desteği de sağlanacak. Bu olmak zorunda da halen sessizliğini koruyan Suriye muhalefeti bu şekilde ölümlerin sürmesi ve yardım edilmemesi durumunda kendilerine destek sözü veren yönetimlere yönelik tepkilerinin artmasını beklemek zor değil.
Suriye konusunda en büyük riski alan ülke şüphesiz Türkiye. Türkiye’nin Suriye konusunda tavırlarının çok net olması gerekiyor. Kürt politikası ve Kürtlere bakış açısının da. Kürtlerle uzlaşısını sağlamayan bir Türkiye’nin ortadoğuda söz ve karar sahibi olma olasılığı çok düşüktür.
ABD’nin güçlü müttefi olan Irak rejiminin Kuveyt serüveninin hasıl bir hezimetle bittiğinden ders alarak hareket etmenin yararlı olacağını düşünüyoruz. Olmaz olmaz demeyin, olmaz olmaz!
Suriye’nin BOP’ un son durağı olmadığını da hesapta tutmak gerek.