Bir önceki yazımızda sözünü ettiğimiz grupla sohbetimizi sürdürüyoruz.
                        Kürtlerin istenilen kıvamda bir türlü gerçekleşmeyen birlikteliği ve devlet ve iktidarlarca  “kullanılan” Kürt şahsiyetler.
                        Konu bu “temel dert” olunca, söz dönüp dolaşıp, Türkiye’nin 1924 anayasası ile başlayan “ulus devlet”in oluş sürecine ve  haliyle “kuruluş ve kurtuluş”  yıllarında M.Kemal ve arkadaşlarının bir kısım öncü/feodal Kürtleri nasıl kullandığı meselesine geldi.  O dönemden Giyap Ağa, Hüseyin Hayri, Bitlis Norşên’den Şêx Diyadin vb. isimler, yakın geçmişten  C.Gürsel, Ferit Melen, Kınyas Kartal, Kamuran İnan, günümüzde ise M.Metiner, K.Burkay ve O.Miroğlu gibi isimler öne çıktı.
                        Halen İstanbul Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak çalışan bir arkadaşımız şöyle bir özet yaptı:
                        Menderes, S.Demirel (Demirel’in ilk dönemleri tabii) ve Özal’ı da sayarsak,  onlar gibi sandıktan % 50 oy alabilen son siyasetçi T.Erdoğan’dır.
                        Menderes’in Demokrat Parti (DP)  iktidarı,  Kemalizmin  “tek parti” despotizmine karşı Türkiye genelinde “Yeter söz Milletindir!” şiarı üzerinde zemin bulurken, Doğu’da ise bu,  “Jandarma Dipçiğine Son!” seslendirilişiyle kendini gösteriyordu. O dönem başlıca çelişkiler buydu, zira Takrir-i sükun ve sonraki Dersim katliamıyla Kürt meselesi toprağa gömülmüştü..
                        DP’nin ardılı Süleyman Demirel’in Adalet Partisi (AP) özünde “rövanşist” bir partiydi: TSK’nin  şimdiki gibi“vesayet özürlü” olmaması nedeniyle belki açıktan seslendiremiyordu  ama,  yine de trajik bir sonla mevta olan DPliderlerinin mirasına nispeten sahip çıktı. Dipten gelen dalganın da itmesiyle 27 Mayıs mahkumlarına tedrici bir meşruiyet  ve“iade-i itibar” çabası içerisindeydi hep, ve nitekim kısmen başarılı da oldu. Altmışlı yılların ortalarından sonra iktidara gelenAP döneminde şimdikine benzer boyut ve  tanımlamayla  bir “Kürt meselesi” yoktu. Demirel’in başı daha çok, o dönem“anarşi” diye bilinen,  üniversitelerde başlayıp ve son zamanlarında  kısmen de Anadolu’ya yayılan “sağ-sol” çatışmasıyla dertteydi. Fakat yine de Demirel homurtu halindeki  Kürt meselesinin de “nüks” etmemesi için her zaman yanında ve yedeğinde  “hadım” demeyelim de fakat “kürdî sinirleri “alınmış, babaları dedeleri ipe gitmiş Kamuran İnan, Kınyas Kartal vb. Hatta Şêx Sait ailesinden kimi figürleri “ihtiyaten” hep yakınında bulundurmuştur.
            Günümüze gelen ve ülkenin birincil gündem maddesini oluşturan PKK/Kürt hadisesi her ne kadar Diyarbakır zindanında filizlenmişse de ona bu günkü nitel ve niceliği kazandıran ,  Özal dönemindeki “çıkış”ıdır; Eruh ve Şemdinli olayı. Yakın geçmişe bakıldığında  bu meselede “diyaloğ” yöntemini ilk denemeye kalkan Özal olmasına rağmen, Ermenilere karşı teşkil edilen “Hamidiye alayları”ndan mülhem şimdiki 80-90 bin kişilik “korucu” ordusunun da onun  eseri olduğu ve en önemlisi Özal’ın da bir Kürt anadan olduğunu unutmamak gerekir.
            Öğretim görevlisi arkadaş genişçe olan izahatında bu son örneği verdikten sonra derin bir iç çekerek konuşmasını şöyle bağladı: “Kurmê darê” dedi, “Kurmê darê ne ji darê be, zewalê darê tüne!”(*)
            Ve günümüze geldik.
            İçimizden biri M.Metiner’in ismini telaffuz edince buna ilk tepkiyi gösteren Matbaacı arkadaş oldu:
            “Allah aşkına, ne olur onun ismini anmayın, çünkü o sadece bir kusmuktur, Kürtlerin kusmuğu!..”
            Ne ki, mevzu K.Burkay ve O.Miroğlu olunca ve özellikle aramızda bir Hak-Par’lı ve Burkay’ın kendisi de artık resmen bu partiden olunca tartışmanın tatsız bir noktaya varacağını düşünmüştüm. Ama öyle olmadı. Nitekim Sendikacı arkadaş,“Gerek Burkay olsun, gerekse Miroğlu, ikisi de Başbakan tarafından kullanıldı, kullanılmaktadır. İkisini de yakından tanıyoruz. Burkay bir zamanlar Özgürlük Yolu siyasetinin hem ideoloğu, hem lideriydi. Eş zamanlı olarak Miroğlu da bu siyasetin aktif bir elemanıydı, gençliğinde, öğrenciliğinde tabii. Bir şekilde bu davadan tutuklanınca, Burkay aynı süreçte her zamanki gibi kapağı yurt dışına attı. Hak-Par’lı arkadaşa bir tek soru sorup yanıtını aldıktan sonra Miroğlu ile de ilgili bir iki şey söyleyeceğim” dedikten sonra Hak-Par’lı’ya döndü:
            “Burkay döndükten sonra devletin her türlü ihtimam ve koruması eşliğinde  günlerce kanal kanal dolaşarak  PKK/BDP’ye  hakaretamiz ne kadar laf varsa etti. (Neyse, konumuz o değil) En çok dikkatimi çeken husus bu konuşmalarında, kendilerinin PKK’den en önemli farklarının “silahlı” yöntemi reddetmiş olduklarını söylemesiydi. Şimdi partili arkadaşı şu soruya açık ve net cevap versin: Burkay Türkiye’yi terk edip özellikle Güneyde  TKSP (Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi) olarak “silahlı mücadele” girişiminde bulunup bulunmadı mı?”
            Muhatabı: “Partili kimi unsurlar belki..”
            Sendikacı: “Hayır, hayır, örgüt olarak,  bizzat Burkay’ın da onayıyla..”
            Hak-Par’lı kem küm edince Sendikacı yüklendi: “Bak arkadaş samimi olmak lazım, aslında beceremedikleri için vazgeçtiler, gerillacılık kolay bir iş değildir. Burkay’ın yazdığı anılarına kendisinden ayrılan arkadaşlarının  verdiği yanıtlar Kürt sitelerinde günlerce  çarşaf çarşaf yayınlandı, okumadık mı sanıyorsunuz?
            Miroğlu’na gelince: Hiçbir özeleştiri vermeden kapağı DEHAP’a attı. Bu çizginin baştan beri “özgürlük” mücadelesiyle paralel gittiğini bilmiyor muydu? Kurnazdı, neleri, kimleri kullanmadı ki;   önce hasbelkader yanında bulunduğu Apê Musa’yı, BDP/PKK tabanını kullanarak önce ilk kitabı “Dijvar”ı ve diğerlerini tanıttı. Sonra partinin üst yönetimine girerek “özgür medya”nın tüm olanakları kendisine açıldı. Ve nihayetinde Mersin gibi kaymak bir yerden de “vekil” adaylığı verildi. Mersin’deki arkadaşların belirttiğine göre biraz da  kendinden kaynaklı seçimi kaybedince bu kez “ hedî hêdi”  hareketten çekildi. Burada olsaydı ona da tek bir soru sorardım:  Orhan arkadaş derdim, bak şimdilerde her yazından biri PKK/BDP eleştirisi; dinine imanına doğru söyle, milletvekili seçilseydin, ya da şu an vekil bu partiden vekil  olsaydın yine de bu eleştirileri yapacak mıydın? Yanıtını yaman merak ediyorum doğrusu.
                 Bakın, Miroğlu  TARAF’la kendini iyice bir tanıttı, izleyin yakında  ‘yandaş’ medyada dolgun bir maaşla bir köşe bulmazsa ben de bir şey bilmiyorum.
            PKK’nin “kişilik katli” yaptığını söylüyor ikide bir. Fakat asıl itibarsızlığın insanın zaaf ve samimiyetsizliğinden neşet ettiğini unutuyor bu arkadaşlar. Burkay Kürtler için “federasyon” talep ediyor, oysa onun sevgili başbakanı bir tek Kürt köyünün ismini bile kendisine vermedi. Federasyonmuş, Peh!..
----------------------  
(*)  “Kurmê darê ne ji darê be…” (Kürtçe) :
      Ağacın en büyük derdi, kurdunun kendinden oluşudur