SİYASET  KONUŞMALARI (1)
 
                   2012’nin temmuz ve ağustos ayları.
                   İstanbulda...
 
                   Kırk günü aşkın bir süre içerisinde hemşeriler,  okul arkadaşları,  eski yeni bir yığın dostla sohbet ve söyleşilerde bulunduk. Beraber bulunduğumuz arkadaşların kimisi ticaret yaşamında, kimisi emekli, kimi profesyonel partici, kimi aydın, kimi sıradan vasıfsız olmasına karşın, ama itiraf ve kabul etmeliyim ki, hemen tümünün şimdi ya da geçmişte, fakat mutlaka bir şekilde herhangi bir “siyaset”le ilintili olmalarıydı. Bazen aynı görüştekilerle bazen aykırı düşüncede olanlarla bir arada olduk.  Bazen ikişerli üçerli, kimi zaman da beş-onumuzun bir arada olduğu ısısı yüksek tartışmalarla..
 
            Fakat her şeye rağmen sonunda dostça, uygarca biten ve çoğu zaman içine espri ve takılmaları da beraberinde getiren tokalaşmalarla biten hoş sohbetler oldu benim için.
 
     Kimi zaman kederlendiğim, karşı koyduğum görüşler de olsa sonuçta, düşünce dünyamı zenginleştirdiğine inandığım bu söyleşilerden fazlaca haz aldığımı, yararlandığımı  söylemeliyim.
 
         Her birimizin başından geçen yaşam serüvenleri.
 
        Zaman,  deneyim ve ileri yaşın kazandırdığı hoşgörü..
 
        Şimdilerde çay kahve eşliğinde karşılıklı ileri sürdüğümüz “aykırı” düşüncelerimizin kırıntısını geçmişte, (mesela gençlik ve öğrencilik yıllarımı düşünüyorum da) dillendirseydik maazallah; kafa göz yarılmadan sonuçlanmazdı. Ama dedim ya değişmişiz, değişiyoruz, zaman, mekan, bir yığın iç, dış, psikolojik etken vs. değiştirmiş bizi.
 
             Hemen de “ırkçı” bir milliyetçilikle yaftalanmayalım ama sonu incinim ya da kırgınlıkla bitmeyen uygar tartışmaları artık yürütebildiğimizi görmekten bir Kürt olarak gurur duyduğumu belirtmekten geçemeyeceğim. Az şey değil bu, çünkü..
 
           Sadece Kürtlerle değil, az sayıda Türk arkadaşlarla da bir arada olduk. Onları da dinledik, merak ediyorduk,  oradan, onlardan bizim yan nasıl görünüyor mesela, onların Kürtlere, Kürtlerin onlara olan  eleştiri ve istekleri..
 
            Geçmişe, bu güne dair meseleler hakkında bir yığın soru, sorgulama, yüzleşmeler vb.
.
            Neler mi konuşuldu, hangilerini size yansıtacağım kısaca toparlamaya çalışayım:
 
            -HEP-DEP geleneğindeki tabanda “aydın”ın var olma sorunu,
 
            -PKK/BDP çizgisinin ABD politikası
 
           -PKK dışındaki Kürt siyasetlerindeki örgütlenmedeki handikapları ve PKK’nin Kürt toplumunda kök salmasının nedenleri
 
            -Kürt siyasetlerinde “kahramanlık” ve “ihanet” kavramları
 
            -PKK dışı siyasetlerce kazanımların küçümsenmesi
 
            -Kürt vekil ve temsilcilerine duyulan güven
 
            -Kemal Burkay ve Orhan Miroğlu hadisesi.
 
            -PKK sırtından şöhret olup AKP’ye kapaklan siyaset bezirganları
 
            -Türk soluna eleştiriler
 
            -Demokratik Özerklikte geçen “komünal” benzeri kavramlar ürkütüyor mu, Ortadoğu’da yeni bir KÜBA mı?
 
            -İç savaş ve Kürdistana dönüş ihtimalleri.
 
            -Metropollerdeki korucu çocukları.
 
            -AKP’ye oy veren Kürt
           
            Şimdilik aklımda olan bunlar
.
           Görüşme ve tartışmalarımızda Ahmet şunu, Mehmet de şunu söyledi diyerek  sonu gelmez polemikler yaratma ve hemen her arkadaşa cevap hakkı doğuracak biçimde şahısları “isimlendirme” yerine,  amacımız, insanların kendi aralarında neleri konuştuğu,  birilerinin ne düşündüğünü ortaya koymak, sizlere iletmektir yani, maksat..
 
            Aslolan da budur bence.
 
            Bir şey daha: ileri sürülen görüşler genelde Türkiye siyaseti üzerine, özelde Kürt meselesine dair olmasına rağmen yakından baktığınızda anlatılanların neredeyse tümünün,  çoğunuzun yıllardır yabancısı olmadığınız “ezberler”dir belki de;  içinde yenilik ve heyecan tınısı göremeyeceğiniz herkesin ezberi yani.. 
     
             Bir “ dizi/yazı ” olacağına inandığım bu söyleşi ve sohbetlerle kafamda serpişik vaziyetteki tuttuğum notları konu başlıkları altında ve altından kalkamayacağım bir derinliğe evriltmeden sizinle paylaşmaya çalışacağım.
 
            İlkinden başlayalım.
 
            Kürt siyasetinde aydınların rolü ve çekinceleri:
 
            Sohbetlerimizin birinde HEP-DEP geleneğinden gelen ve bir dönem bu partilerden birinde yöneticilik düzeyinde görev almış ve şimdilerde köşesine çekilmiş teknik meslek sahibi bir arkadaş, “.Doğrudur” diyordu, “Özgürlük mücadelesi diye nitelendirdiğimiz hareketi başlatanların bir avuç Kürt üniversite öğrencisi olduğunu biliyoruz. Ne ki,  günümüzde hareketin bu kadar boyutlanmış olmasına rağmen Kürt aydını neden hala sayısal olarak yeterince bunun içinde değildir, bakıp görmek lazım. Evet,  elbette haklarını yememek ve isim ve mücadelelerini saygıyla andığımız,  canıyla bedel ödeyenleri unutmayacağız ama  yine de isteyen bir araştırma yapsın; nereden bakarsanız bakın, üniversite öğrencisini saymıyorum,  bu gün için 20 milyon Türkiye Kürtleri içerisinde en az 40-50 bin öğretmen, hukukçu,  mühendis, mimar, doktor, üniversite adamı vs. yetişmiş insan,  yani “aydın” kitlesi varken, merak ediyorum, HEP’ten bu güne, örgütsel anlamda bu insanların acaba yüzde kaçı bu hareketin içinde yer almıştır?” diye bir soruyu ortaya atınca,  karşısında oturan ve matbaacılıkla uğraşan ama konuşmasından tam bir Özgürlük mücadelesi sempatizanı olduğu anlaşılan genç kestirmeden yanıtını yapıştırıverdi:
            “Aydın, okumuş kişi korkaktır, çekiniyor çünkü.”
 
            Bu tür çıplak ve köşeli bir yanıtları başkasından da duymuştu daha önceden. Boşa düşmedi adam, şöyle bir doğrularak boğazını temizleyip tezini tahkim etmeye girişti:
 
        “Tamam bir ölçüde doğru bu” dedi önce ve konuşmasını sürdürdü:
 
         “ Tamam, büyük emeklerle edindikleri meslekleri, sahip oldukları unvanlarını kaybetme endişesi, ailesinin kendisinden olan beklentileri,  aldıkları burjuva eğitiminin onlarda oluşturduğu alışkanlık ve kişilik vs. Tabii hepsinden önemlisi can güvenliği tabii. Elbette bütün bunlar  onları bir miktar “ürkek” yapsa da, yine de bu yanıtınız onların en azından gönül bağı ile yakınlık duydukları  “legal/demokratik” diye nitelendirdiğimiz bir hareketten “uzak” kalmalarına yeterli bir cevap mı sanıyorsunuz, tek sebep bu mu yani,  bütün bunların yanında başka sebepler yok mu?”
 
            “Ne gibi?”  diye üsteledi matbaacı genç.
 
             Önceki gülerek:
 
            “Mesela parti platformlarında düşüncesini yutkunmadan söyleyebilmek gibi..”  Ve daha sonra kaşlarını çatarak ciddileşti:
            “Bak arkadaş,  kısadan kestirip atıyorsunuz ama aydın kişi sürekli soran, sorgulayan, eleştiren kişidir, kendisinden bu hakkın esirgendiğini hisseden kişi düşünce açısından sempati bile duysa bir harekete,  örgütsel açıdan mesafeli durur. Hareket kendi açısından haklı belki ama aydın kişi fazlaca bir “disiplin”e gelmez. Aydın kişi alabildiğine ve özgürce tartışmak ister.   Bu gün Kürt aydınlarının yüzde doksanı bu hareketin desteklediği partiye oyunu veriyor,  bu doğru,  ama örgütsel anlamda  aynı oranda da mesafeli duruyor, bu da başka bir gerçek..”
 
            Matbaacı genç alaylı ve aşağılayıcı bir tavırla:
 
            “Ve tabii bu gerekçeyle alanda, sokakta olup biteni balkondan seyrediyor..”
 
            Önceki.
            “Ne yazık ki öyle. Korkak morkak diyerek de onlara fazla haksızlık yapılıyor bence; Şeyh Sait’ten bu güne Kürt meselesine girip çıkmış, işkenceden geçmiş, canını vermiş bir yığın Kürt aydını içerisinde mesela üç tane “itirafçı”sayamazsınız, yalan mı?”
 
            Matbaacı genç:      
            “Mücadele köylülerin sırtında yürüyor çünkü, onlara nazaran bajarî aydınların (*) sayıları az da ondan.”
 
            Bu yanıt üzerine konuşmasını daha fazla sürdüremeyeceğini anlayan önceki:
 
            “Bu konuda anlaşamayacağımız kesin, benimkisi, Kürt hareketi içerisinde bir “aydın” sorunun da bu şekil sürüp gitmekte ve sorgulanmaya muhtaç bir konu olduğunu ortaya koymaktı.  Ama Kürt çobanı devlet kurabiliyorsa bunun da başımın üstünde yeri var.”  diyerek söyleyeceklerini bitirdi.
 
            Böylece  Kürtler arasında “parti/aydın sorunu”nun  uzun bir süre daha tartışılmaya devam edeceği anlaşılıyordu.   
           
           
            PKK/BDP çizgisinin ABD politikası
 
            Güney’e birkaç kez gidip gelen, ama doğru dürüst bir iş tutamayan ve fakat bu yolda hala ümidini yitirmemiş bir Barzani hayranı, PKK’nin üst düzey birkaç yöneticisinin “anti emperyalizm” ya da “anti-ABD” türü kimi konuşmalarından müthiş içerliyordu: “Yahu kardeşim, bizim Amerikayla ne alıp veremediğimiz var; yok  ant-emperyalizm miş, yok sömürgeciymiş, doğru ama stratejik bir coğrafyamız dışında ona cazip gelen bizim neyimiz var ki bizi sömürsün, onun asıl çelişkisi dünyanın her tarafına sanayi ürünü satan Koç’la, Sabancı ile.
 
      Bütün bunlar laf,  Yetmiş’lerden kalan Türk/sol ağzı!..” diye yırtınıyor ve ekliyordu, “ Türk solunun etkisinden bir türlü kurtulamıyoruz, devletleşme yolunda biz nüfusça büyük bir ulusuz, diplomasi alfabesinin ilk cümlesi “çıkar” yani “karşılıklı çıkardır”, Talabani’ye bakın, Barzani’ye bakın Beyaz Sarayda kırmızı halılarla karşılanıyorlar. Halbuki Türkiye’deki hareket;  Amerika’ya karşı siyasetlerinde belirgin bir esnemeye gidebilseler, şimdikinin üç misli, beş misli büyürler, aklım almıyor yahu!..”
   
             Diğer konuların bir kısmı gelecek yazıya..
                                
 
 (*) Bajari (Kürtçe) : Şehirli, kentsoylu