Türkiye kuruluşundan bu yana duruma binaen değişik zamanlarda değişik kararlar alarak ülke yönetimini sürdürdü. Lakin her defasında demokrasi ve ülke yönetiminde sıkıntıların meydana geldiği gerekçesi ile müdahaleler oldu.

On yılda bir askeri müdahale ile sözüm ona rayından çıkmış olan işler zorla tekrar raylara yüklenmek istendi. Bu arada raylardan çıkma sebeplerinin ortadan kaldırılmasından ziyade raydan çıkanlar toparlandı ama bu sorunun çözümüne katkı sunmadı.

Geçen tarihimize baktığımızda askeri zorlamalar ve hak kısıtlamaları ile düzeltildiği zannedilen işlerin aslından düzeltilemediği sümen altına atıldığı görülmüştür.

12 Eylül darbesinin sonuçlarını bu köşede sizlere defalarca aktarmıştık tekrar etmeye gerek yok. Bu tabloya bakıldığında bile askeri darbelerin sorun çözmediğini aksine artırdığını belirtebiliriz. Her askeri darbeden sonra açılan yeni partilerin uygulamaları da bu tezi doğrulamaktadır. Çünkü yeni gelen iktidarlar askeri darbenin sonuçlarını ortadan kaldırırken darbecilere aynı zamanda yeni bir zemin hazırlanmış gibi oluyor.

Netice itibariyle askeri darbeler gerekçelerinde belirttikleri sonuçlara varamıyorlar. Daha ağır bedeller ödettirerek yine görevi sivil inisiyatife devretmek zorunda kalıyorlar.

15 Temmuz askeri darbe girişimini gerçekleştiren kesimlerin varlığı bilinen bir gerçekti. Her dönemin iktidarına göre davranıp kamuya yerleşen bu kesimler özellikle eğitim alanında yaptıkları faaliyetlerle biliniyordu. Bu konuda son dönemde iktidarda bulunan AKP ile Cemaat arasındaki çatışmalarda kamusal alanı izleyenler çok iyi hatırlamaktadırlar. İşte bu çekişmelerin ve mücadelenin bir sonucu olarak iktidarla normal bir şekilde baş edemeyen bu kesim Türkiye geleneğinde var olan bir yöntemi yani askeri darbe ile yönetimi düşürmeyi hedefledi.

Bu girişim değişik nedenlerle başarılı olamadı. Halkın siyasi görüş farkı gözetmeksizin iktidara ve demokrasiye sahip çıkması sayesinde darbeciler başarılı olamadı. Bunun bir sonucu olarak bu işe bulaşanların hesap vermesi gerekiyor.

Eğer darbeciler başarılı olsaydı ve bu millet boyun eğseydi bugün sıkıyönetim kararlarının uygulandığı bir ülke konumunda olacaktık. Alınan kararlar insan haklarına ve özgürlüklerine aykırı olmuş olsaydı- ki öyle olacaktı- kimse sesini çıkaramayacaktı. Demokrasi havarisi kesilen ülkeler de birer kınama ile süreci geçiştirmekle yetineceklerdi çünkü geçmiş dönemlerde öyle yapmışlar.

Ama bu kez yapamadılar.

Bu kez halk bedelini meydanlarda ödemeyi göze alarak demokrasiye ve iktidara sahip çıktı.

Bu kez genel çıkarlar bireysel ve parti çıkarlarından daha üstün görüldü.

Bu girişim sonucunda yüzlerce vatandaşımız yaşamını yitirdi binlerce vatandaşımız ise yaralandı. Darbecilerin hukuk içerisinde bunun hesabını vermeleri gerekiyor. Burada atılan her adım vatandaşın sahip çıktığı demokratik ilkeler ve hukukun üstünlüğü çerçevesinde gerçekleşmelidir. Lakin öyle görünmektedir ki mevcut yasal düzenlemeler ile istenilen sonuca ulaşma konusunda hükümetin sıkıntıları bulunmaktadır. Bu yüzden 20 Temmuzda toplanan Milli Güvenlik Kurulu ve ardından Cumhurbaşkanı başkanlığından toplanan hükümet 21 Temmuzdan itibaren ülkenin tamamında 3 ay süre ile Olağanüstü hal uygulanmasına karar vermiş bulunmaktadır.

Cumhurbaşkanı bu kararı kamuoyuna açıklarken özetle kararın -her ne kadar haklarda kısıntıya neden olacaksa da- demokratik hakları kısıtlamaya ve vatandaşların özgürlüklerini kısıtlamak amacı taşımadığını bu darbeci yapıyla mücadele etme konusundaki gereklilik nedeniyle alındığını belirtti. Ve halkın alanlarda demokrasiye sahip çıkmasını sürdürmesini istedi.

Diğer dönemlerin aksine bu kez yapılan askeri bir sıkıyönetim ve Olağanüstü hal uygulaması değil. Bu kez uygulamada olan mesele her ne kadar askeri bir mantığın ürünü olan anayasaya göre çözümlenmek zorunda kalınmış ise de aslında sivil bir uygulamadır ve Türkiye ilk kez sivil bir OHAL kararı almaktadır. Çünkü bu kararla yönetim diğer dönemlerdeki gibi askere de değil hükümette ve valilerde olacak. Güvenlik birimleri valiye bağlı çalışacaklar ve valiler de bu durumda zorunlu olmadıkça yetkilerini demokrasiden yana kullanmaya tercih edeceklerdir.

Her ne kadar niyet iyi ve güzel olsa da OHAL uygulamasının bazı özgürlükleri kısıtlayacağı malum. Bütün mesele ülkenin başına gelen bu musibetten kurtuluncaya kadar herkesin fedakârlık ta bulunmasıdır. Evet, vatandaşlar olarak bizler ortaya koyduğumuz tavırla sivil bir yönetimden ve demokrasiden yana olduğumuzu ortaya koymuş bulunmaktayız. Bu ülkede demokrasiden yana olmak için, hukukun üstünlüğünden yana olmak için, Ülkenin bütünlüğünden yana olmak için, Düşünce ve ifade özgürlüğünden yana olmak için daha doğrusu ve kısacası doğru ve haklıdan yana olma için bir partiden yana olmak gerekmiyor. Türkiyeli olmak ve Türkiye’den yana olmak yetiyor. Diliyor ve umuyoruz ki OHAL uygulamalarında yöneticilerimiz de belirtilen kıstaslar çerçevesinde hareket eder ve vatandaşlarımızın göstermiş oldukları fedakârlıkları değerlendirirler.