Şiddeti sorunların çözümü olarak görmek, sorunların çözümünü değil çözümsüzlüğünü artırır. En ufak bir ailede bile şiddete dayalı çözümlerin kalıcı olmadığı, aksine şiddeti uygulayana karşı daha büyük nefret ve antipati doğurduğu bir gerçektir.
                Darbe dönemlerinin kapanması için bir çok demokratik sivil toplum kuruluşu “Darbeye karşı sesini yükselt, darbelere dur de!” diyerek darbelerin ülkeye getirdiği yıkıma karşı toplumda bir hassasiyet oluşturmaya çalışmışlardı. Bir çok ilde mitingler ve toplantılar düzenlenmişti. Nitekim etkili de olmuştu. Toplumun vicdanı uyanmış, millet üzerinde oynanmak istenen oyunlar deşifre edilmişti.
                Son birkaç aydır toplum olarak akıl ve izanın bittiği, duyguların, hamasetin egemen olduğu günlerden geçiyoruz. Gencecik insanlarımız güçlülerin iktidarlarını pekiştirmek adına bir bir toprağa gömülüyor. Oysa daha birkaç ay öncesine kadar taze bahar esintileri, barış ve kardeşliğin kokusu yayılıyordu her tarafta.
                Suskunluk o kadar kesiftir ki, acaba insanlar içten içe bütün bu olanlara seviniyorlar mı diye düşünmeden edemiyor. Şiddeti kanıksamak bu olsa gerek. Nereye kadar? Zalimin zulmüne ses çıkarmamak da ona destek olmak değil midir?
                Yıllardır vesayet rejiminin bütün Türkiye halklarına yaptığı yetmezmiş gibi, tam da bu vesayet rejiminin sonu gelecek diye sevinirken, yerine daha şiddetli ve daha acımasız bir şiddet sarmalının içinde gördük kendimizi. İnsanların hür iradelerine ipotek koyan her hareket insanlık düşmanı değil midir? Bunun adı ister komünizm, ister demokrasi, ister şeriat olsun. Allah’ın hür olarak yarattığı kullarına ilahlık taslamak, onları köleleştirmek, onları kişiliksizleştirmek onlara yapılabilecek en büyük zulümdür.
                Bu zulmü işleyen kim olursa olsun zalimdir. Ama aynı zamanda bu yapılan haksız uygulamaları görmemek, onları hoş karşılamak da bu zulme orta olmaktır.
                Bir hak arama yöntemi olarak şiddeti görmek, bir elde silah diğer elde de gül tutmak ne kadar inandırıcıdır?
                Ülkeyi yıllardır kan ve gözyaşı ile yöneten Ergenekon çetesinin değirmenine su taşımak ne kadar akıllı bir davranıştır? Darbe planlayanlara, Olağanüstü Hal uygulamalarına davetiye çıkarmak, huzur ve refahı şafağı bekler gibi bekleyen mazlum insanlara en büyük haksızlık değil mi? Yoksa bunları isteyenlerin menfaatleri bir yerde birleşiyor mu? Faili meçhuller aydınlatılmaya başlanmış ve bunları yapanların derin bağlantıları bir bir ortalığa saçılmaya yüz tutmuşken, tekrar o günlerin özlemini çekenlerin ekmeğine yağ sürmektir; şiddeti artırmak, silahı tekrar aklın ve sözün önüne geçirmek.
                Ne mi yapmalı? Artık silahın, şiddetin çıkar yol olmadığını, hak aramanın kan dökmeden de olabileceğini gür sesle muhataplarına haykırmalıyız. Kürt sorununun çözümü askeri operasyonlardan geçmediği gibi, ülkenin her tarafını ateşe veren terör eylemlerinden de geçmiyor.
                Şiddete, öldürmeye ve ölmeye hayır, barışa, kardeşliğe, yaşamaya ve yaşatmaya evet.