1984 yılından bu yana Türkiye’de silahlı bir çatışma dönemi yaşamaktayız. Sorunun kökeni Kürt kökenli vatandaşların eşit haklar mücadelesi. Bu konudaki siyasal çatışmalar önceleri silahsız bir mücadele olarak başlamış olsa da 12 Eylül 1980 darbesinin ortaya çıkardığı sonuçlardan sonra iş silahlı mücadele dönüşmüştür. Yaklaşık 30 yıldır süren bu silahlı çatışma döneminde 40 binden fazla insanımız yaşamını yitirdi.

Bu çatışmalara ne ad verileceği konusunda da epey didişme yaşandı. Devletin kullandığı dil ve tanımlamalar ile uluslar arası tanımlamalar arasındaki farklılıklardan dolayı yapılan tanımlamalar resmi tanımlamalarla uyuşmadığında hep itirazlar yükseldi.

Çatışmalar örtülmeyecek düzeye geldiğinde ise düşük yoğunluklu çatışma veya savaş olarak tanımlandı.

Bu aşama çözüm süreci ile birlikte başka bir evreye girdi. Artık herkes atılan adımlardan sonra 90’lı yıllara dönülmeyeceği fikrindeydi ancak hükümetin yaklaşımı bu düşünceyi ters düz etti. Çıkarılan iç güvenlik yasası bunun ilk alameti oldu. Çünkü bu yasa ile çatışma ve ölüme zemin hazırlanmış oldu.7 Hazirandan sonra ortaya çıkan tablo da bu işlerin organizeli olduğu intibası yarattı. Çünkü önce vicdani değilse bile bir hukuki alt yapı oluşturuldu ve ardından da günümüzdeki gelişmeler yaşanıyor.

Şu hatırlatmayı yapmakta fayda var. Hangi hükümet olursa olsun, hangi yapı olursa olsun, hangi parti veya örgüt olursa ve hangi devlet olursa olsun baskı, sindirme, tehdit, öldürme ile bir sonuç alamaz. Bu yöntemler ile yani zor kullanarak sadece olup biteni geciktirebilir ve sonuçları daha da ağır hale getirebilir.

Türkiye adım adım bir bataklığın içine sürükleniyor. Bu sürüklenişte elbette hükümetin izlediği politikaların bire bir etkisi bulunmaktadır. Hem uluslar arası alanda hem de yurtiçinde uygulanan politikalar uzun vadeli çıkarlara hizmet eden türden değil.

Kendi iç sorunlarına demokrasi adına yapılan müdahale ve eleştirilere bile tahammül edemeyen bir devletin başka ülkenin içişlerine karışmayı bırakın içişlerini ordu sokması nasıl izah edilebilir. Suriye’de, Irak’ta olup bitenleri körler bile görebiliyor artık. Kuzey Irak’ta bulunan Kürdistan sınırları içinde binlerce asker bulunmaktadır. Hem de tankıyla, topuyla, silahıyla. Suriye’de rejime karşı mücadele eden muhalefete tespit edilen bilgilere göre 2000’den fazla tır ile silah gönderilmiştir. Sınırlarımız DAIŞ çetesine asker sağlama konusunda kevgire dönüştürülmüştür. Sonuçta yanlış hesaplar yapılmıştır.

Bunlardan daha önemlisi Türkiye’nin izlediği Kürt politikasıdır. Hükümet ve devletin artık Kürt politikası konusunda netleşmesi gerekiyor. Vatandaşlara seçim sandıklarına dayalı olmayan, göstermelik olmayan ve sonuç alıcı yollar göstermelidir. ‘Yok sayma’ politikası güdülecekse bu netleştirilmelidir. Yok, birlikte yaşam sağlanacaksa bu da yasal ve anayasal zemine oturtularak sorun çözüme kavuşturulmalıdır. Olup biteni saklamanın ‘minareye kılıf bulma’ olanağı kalmadı çünkü.

Cumhurbaşkanının başka ülkelerin devlet başkanlarını eleştirirken ‘Halkını bombalıyor’ söylemi hafızalardadır. Peki, Türkiye’de şu anda neler oluyor. Kobralarla, tanklarla, toplarla şehir içinde yapılan atışlara ne ad vereceğiz?

Tank atışları ile 70 yaşındaki ninelerin öldürüldüğü, Gazetecilerin başına silah dayandırıldığı, öldürülen gençlerin cesetlerinin polis araçlarının arkasına bağlanıp sürüklendiği, çocuk cesetlerinin gömülemediği için derin dondurucuda bekletildi, sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı, mezarlıkların bombalandığı bir durumu nasıl tanımlayacağız? “Hepsi teröristtir, Kürt’tür” deyip işin içinden mi çıkılacak? Bu Kürtlerin bu hale gelmesinde hiç mi suçlu yok?

Hiç kimsenin iktidar ve koltuk hırsı bu ülkenin evlatlarından ve geleceğinden daha üstün değildir. Bunu herkes bilmelidir. Geçmiş dönemlerde yapılan uygulamalar konusunda da herkesi uyarmaya çalıştık. TSK’ya yönelik operasyonlar sırasında bile uyardık. Genelkurmay başkanının “teröristlikle” itham edildiği dönemde bile uyarıda bulunduk ve yanlış yapılıyor dedik. Ama dinlemediler ne oldu. Mahkemelerin seyrini izleyenler Balyoz, Ergenekon ve benzeri davalardaki gelişmeleri görüyor değil mi?

7 Haziran seçiminin sonuçlarının belirlendiği andan itibaren ülkede işler karıştı. Özellikle 22 Temmuzdan bu yana olup bitenler hayretle izlenecek bir tablodur. Ve ülke artık bir savaş politikası güdüyor. Devlet Kürtlere savaş açmış durumda. Bunu biz değil Hava kuvvetleri komutanı söylüyor. Buyurun konu ile ilgili haber ve açıklama; “Türk Hava Kuvvetleri'nin 23 Temmuz'dan bu yana Kuzey Irak'taki PKK hedeflerine yönelik hava operasyonlarına değinen Orgeneral Abidin Ünal, şunları söyledi.
Bugün Türk Hava Kuvvetleri aslında savaşıyor. Hem orta çaplı bir savaşın ötesinde hem de iki cephede savaşıyor. Özet olarak, 2 binin üzerinde modern mühimmat kullanmışız, 1200'ün üzerinde de hedef karşılamışız. Burada esas vurgulamak istediğim, 1200 ya da 1500'e yakın hedefi kim tespit etti İşte istihbarat, keşif gözetleme marifetiyle istihbaratçılarımız, analistçilerimiz tespit etti. Attığımız 2 binin üzerinde hiçbir mühimmat geri gelmemiştir. Hiçbir atılan mühimmat gittiği yerde patlamamazlık etmemiştir.”

Bu iş ateş çemberine dönün Suriye meselesinde biraz kaşınırsa bu ülke kendini sahipsiz kalacağı bir savaşın tam ortasında bulacak.

Kürtler halen bir barış umudu için çırpınıp işin olur yanını ve aklıselimin galip gelmesini bekliyor. Eğer bu gidişat bu mantıkla sürer ve barışa olan umut ortadan kalkarsa korkarız ki savaştayız diyenlerin sayısı artacak ve bir bataklığa doğru yol alınmaya başlayacak. Hala barış umudu varken savaştan çıkmak en hayırlı yol bizce. Dileriz bu yolu yöneticilerimiz de görmeye başlar.