Sorunları olan ve bu sorunlarını çözmek zorunda olan ülkelerin siyasetçileri iki konudan uzak durmak zorundadırlar. Bunlardan biri rehavet diğeri ise ajitasyondur.
Çünkü rehavet sorundan etkilenenlerin kendilerinin önemsenmediklerini düşünmelerine yol açar. Karşı tarafın rahat davranışları, sorun karşısında takındığı tavır ve gevşeklik diğer tarafın inanç değerlerinde sarsılmaya yol açar ve güvensizlik belirtileri belirginleşmeye başlar ki bu da ortamın gerilmesine yol açar.
Rehavet nasıl bir güvensizliğe yol açıyorsa ajitasyon çalışmaları da aynı şekilde bir güvensizliğe ve tepkiye yol açmaktadır. Bir işin olacağı varsa bile eğer taraflardan biri sürekli olarak ortamı ajite ederse bu durum da bir güvensizlik ortamının oluşmasına ve tarafların gerginleşmesine neden olmaktadır.
Mayıs ayından bu yana sürdürülen çatışmasızlık ve çözüm sürecinin barış ile taçlanması için çabaların yoğun olarak sürdürüldüğünü biliyoruz. Sürecin sekteye uğramaması için güçlü bir kamuoyu desteğinin varlığı da ortadadır. Buna rağmen rehavet ve ajitasyon tavırlarının varlığı da inkar edilemez bir gerçek.
Yıllardır ısrarla belirttiğimiz bir konu var. Türkiye bölgenin önemli ülkesi olmak istiyorsa kendi sorunlarını çözmek zorundadır. Türkiye’nin temel sorun ise Kürt meselesinden kaynaklanmaktadır. Çünkü bu sorun ekonomik ve diğer güçlerin içerde tüketilmesine neden olmakta ve hem içerde hem de dışarıda ülkenin hak ettiği yere gelmesine engel olmaktadır. Türkiye’nin bu güne kadar gerçekleştirdiği dev proje olan GAP için harcadığı para 36 milyar dolar civarında olmasına rağmen Kürt meselesi nedeniyle heba olan para 400 milyar dolar civarındadır. Yani otuz yılda harcanan para ile tam olarak 10 adet GAP projesi gerçekleştirilebilinirken yapılamamıştır. İnsan gücü açısından da aynı durumla karşı karşıya bulunmaktayız. Otuz yılda kaybedilen insan sayısı 50-60 bin arasındadır. Neredeyse ülkeler arası bir savaşta kaybedilecek kadar insan kaybettik. Bu durum ve ortam demokraside taviz vermekten tutun da birçok sosyal sorunun doğmasına neden oldu. Yüz binlerce insan gözaltı, tutuklama ve göç etmek gibi durumlarla karşı karşıya kaldı. 17 bin insan faili meçhul denilen cinayetlere kurban gitti.
1990’larda başlayan süreç ile dünyadaki soğuk savaş rüzgârları ortadan kalktı. Sosyalist bloktaki değişim rüzgârları insanların algılamalarında değişimlere yol açtı. Çift kutuplu dünyadan tek kutuplu bir dünyaya doğru evirildiğimizi sandık ancak gerçeğin öyle olmadığı çok açık bir şekilde görülüyor. Dünya yine bildiğimiz dünya ve çift kutuplu olarak devam ediyor. Değişen tek şey rekabetin silah ağırlıklı olmasından ziyade ekonomik göstergelerin ağırlığında sürüyor olmasıdır. Mesela Birleşmiş Milletler Güvenlik konseyinin üyeleri yine aynı üyeler değil mi? Yine bir tarafta Çin, Rusya, İran, Japonya dururken diğer tarafta ABD ve İngiltere ile birlikte Avrupa ülkeleri durmuyor mu?
Sadece bu kadar değil. Ortadoğu da meydana gelen son durum bu ülkelerin yeni paylaşım sisteminin bir sonucu değil mi? Arap baharı olarak tanımlanan süreçten önce ABD’nin bir Büyük Ortadoğu Projesi açıklanmadı mı? Demokrasi gelecek diye başlatılan sürecin nasıl bir değişim yaşadığını hepimiz birlikte görüyoruz. Arapların emirlikle yönetilen ülkelerinden başlayın da krallıkla yönetilen ülkelerine kadar gerçekleştirilen değişimlerin nasıl iç savaşa döndüğünün hepimiz canlı tanıklarıyız. Hal böyle iken bizim kendi sorunumuzu çözmek gibi bir zorunluluğum var. Meseleyi politik alanda ucuz siyaset ajitasyonlarına havale etme rehavetine götürme gibi bir lükse sahip değiliz. Yıllardır ilk kez tabutların yağmadığı birkaç aylık bir dönem yaşadık. Bu durumun kimlerde rahatsızlık yarattığı net olarak görülüyor artık. Sürece muhalif olanların varlığı normaldir ancak genel olarak bakıldığında bu durumu oy avcılığına dönüştürme çabasında olan siyasi partiler dışında genel bir desteğin varlığıdır.
Bu nedenle sorunun birinci dereceden muhatabı olan iki siyasi partinin çok hızlı ve dikkatli olmalarında yarar vardır. İktidardaki AKP ve Kürt temsilliyeti olan BDP’nin hem rehavet hem de ajitasyon illetlerinden uzak durmaları lazım. Bunun gereği olarak da seçim çalışmalarındaki karşılıklı atışmalar başlamadan çözüm süreci ile ilgili temel adımların atılması lazım. Çünkü sorun ötelenecek sorun gibi görünmüyor. Elde çomak bu kadar kesim varken rehavete kapılmanın hiçbir mantıklı yönü olamaz.