Operasyon son zamanların moda sözcüğü oldu. Adına ne derseniz deyin sonuç itibariyle kamuoyunun büyük bir bölümünde yarattığı intiba, muhaliflerinin sesinin kıstırıldığı yönünde. Ülkede yapılan operasyonların tamamında bir örgütlülük ilişkisi içerisinde olayların irdelenmesi düşündürücü bir durum.
Ülkenin batısında yapılan operasyonlarda bağlantı ya aşırı sol örgütlenme ya da Ergenekon bağlantısı. Doğu yakısındaki durum ise zaten belli olay KCK bağlantılı olarak kamuoyuna yansıtılmakta.
İnsanın bu durum karşında sormadan duramadığı sorular da var elbet. Mesela eğer bu ülkede silahlı kuvvetlerin komuta kademesinin üçte biri kadar bir bölüm bu örgütlenmeler içerisinde aktif olarak bulunmuş ise AKP nasıl oldu da üç dönemdir iktidarı tek başına alacak kadar güçleniverdi?
Ya da KCK şehirlerde bu kadar büyük bir örgütlenme içerisinde bulunmuş ve her tarafa dal budak salmış ise nasıl oldu da bu oluşum oluşurken hiç kimse fark edemedi?
Operasyon süreçleri devam ettikçe ortaya çıkan manzara karşısında ülkenin geleceği konusunda kaygıların arttığını belirtmemiz gerekir. Yüzde ellilik oy oranına sahip olmuş olmak, iktidar olmuş olmak insanların her aklına eseni yapabilecekleri anlamına gelmez, gelmemelidir. Ne olursa olsun iktidarların ya da gücü ellinde bulunduranların es geçemeyecekleri bir konu olmalı ki bu konuda adalet kavramı, hakkaniyet kavramıdır. Hakkaniyet ve adalet konusunda ipler elden kaçtı mı sonunu sağlıklı bir yere bağlamak pek kolay olmaz.
Ülke kurumları devlet temsiliyeti çerçevesinde yurttaşlara hizmet yapmakla görevlidirler. Bu hizmet yürütülürken yurttaşların dinine, ırkına, mezhebine, siyasal görüşüne, hangi partiye oy verdiğine bakılmaz. Çünkü siyasi görüşü ve yaşam tarzı ne olursa olsun bu devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan her yurttaş eşit haklara sahip yurttaştır. Suçlu bile olsu bu ülkenin bütün nimetlerinden payına düşen oranda hak sahibidir.
Ülke normal şartlarda yönetilirken belirlenmiş hukuk normları çerçevesinde yurttaşların huzur ve güvenini sağlayan mekanizmayı kurmuştur. Bu mekanizma çerçevesinde kalındığı sürece kimsenin kimse hakkında yanlış düşünmesi söz konusu olmaz. Ancak koşullar normalin dışına çıkarılır ve olağan olmayan yöntemler sürece dâhil edilirse kimsenin sisteme güveni kalmaz. Haklı unsurlar içerse bile yapılanlar genel olarak yanlış ve yönlendirilmiş olarak kabul görür.
Demokratik sistemlerde seçmenler resmi seçimlere katılma olanağı yakalamış siyasal partilerin adayları içerisinde istediklerini seçme özgürlüğüne sahiptirler. Bu seçim çoğunluğun görüşü doğrultusunda olmak durumunda değil. Bu kritere uymayan adayları seçtikleri için seçmenlerin tercihlerinin devre dışı bırakılması çabaları siyasal iradeye, demokratik sisteme olan inancın yitirildiği anlamına gelir.
Son mahalli seçimlerde Türkiye’deki yaklaşık 3250 Belediyenin 2200 civarındaki bölümünü iktidar partisi kazanmıştır. Buna karşılık BDP’nin kazandığı Belediye Başkanlığı sayısı 99 olmuştur. Gelin görün ki bu sayı bile kendisinden yirmi kat fazla başkanlık kazanan iktidar tarafından hoş karşılanmamıştır. Birçok kentin Belediye Başkanları hakkında davalar açılmış, kimisi yargılanmakta, kimisi ise tutuklanmıştır.
Kamu kurumlarının nasıl çalışmaları gerektiği, denetim ve vesayet yetkilerinin nasıl kullanılması gerektiği hususlarında kanuni düzenlemeler mevcuttur. Normal zamanlarda yapılacak rutin denetimler ile iş ve işlemler incelenebilir ve varsa yanlış, eksik ve aksaklıklar düzeltilebilir. Bunlar düzenlenirken idarenin başında bulunanlar eğer yetkilerini yanlış kullanmakta iseler bunlar tespit edilir ve doğru işlem yapılması hususunda gerekli uyarılar yapılabilir.
Ne yazık ki son zamanlar da bu rutin işlemler ya yeteri kadar yapılmamakta ve ya bunlara ek olarak operasyonlar düzenlenmektedir. Denetim mekanizması yerine polis kullanılmakta ve bu da kurumları daha fazla yıpratmakta iş yapamaz konuma getirmektedir. Bir sabah işe gittiklerinde kapıda polisle karşılanan kamu çalışanlarının hangi psikoloji ile çalışmalarını sürdürebileceklerini varın siz düşünün. Ya da siyasal gerekçeler ve kapışmalar nedeniyle her an gözaltına alınma, yargılanma veya tutuklanma endişesi karşısında kamu çalışanlarının nasıl çalışacaklarını varın siz tahmin edin.
Eğer varsa ortada bir suç ve uzun sürelerle bu suçun oluşum evreleri takip edilmişse bize göre bu da suçtur. Çünkü yapılması gereken işlerden birisi de suç işlenmesinin önlenmesidir. Suçun işlenmesini beklemek gibi bir savunma doğru bir savunma mantığı olamaz. Kamu çalışmaları ile siyasal parti rekabetleri bir birine karıştırılmamalıdır.