Yüzde elli”nin içinde olan herkes,  şimdiki devlet ve millete hükmeden İktidarın sadece oydaşları değil ama o saate kadar can-ı gönülden destekleyicileri iselerdi,  onları bir kenarda tutalım, onlar açısından mesele yok. Fakat büyük bir karmaşa içindeki “diğer”lerinin o gece içinde bulundukları ruhsal durum acaba nasıl izah/analiz edilebilir.
Tabii, “o gece”den kastımız “komutanların gecesi”.
Bırakın omuzu en kalabalıklardan herhangi birinin; geçmişte, Çemişgezek ya da Sason gibi Allahın unuttuğu bir köşede üsteğmen düzeyinde  herhangi bir bölük komutanının kazara yarım/ politik bir ağızla “istifa” etmiş olsun, tüm vatandaşları,   acı bir fren sonunda bir öne bir arkaya gelen yolcular örneği sarsardı! Ve dakika sektirmeden yalaka köşe yazarlardan ardı ardına  “genç subayların rahatsızlığı”na dair bitmek tükenmez bilmeyen yorumlar gelirdi.
Oysa o gece bir “ilk” yaşanıyordu Türkiye’de. En büyük paşalar grubundan “Dördü bir” ve birden “kazan” kaldırmışlardı (!) Genel olarak “Celali”lerden bu yana ciddi bir isyanı yaşamamış olan Türk/Anadolu insanı,  bu güne gelindiğinde her biri “korku toplumu”nun birer bireyi haline gelmişlerdi. Ve tabii dayanak ve sebepleri ne olursa olsun  her türlü müsaadeye mazhar ve de en “itibarlı kurum” olan göz bebekleri TSK’lerinin başındaki generallerin yekten çekip gitmeleri bir baştan bir başa  ülkeyi “deprem” titreşimiyle sarsmıştı!.
Titreşim heyecan ve ürkü içerikliydi. Heyecan, o gece kimileri için inanılmaz  “değişimin” (AKP’den kurtulmanın) kaçınılmaz ve özlenen postal sesleriydi sanki. Ürkü ise,  12 Eylül’le gelen son toplumsal trajedinin tekrarı olacaktı, olabilirdi.  
Haksız sayılmazdı vatandaş. Yakın geçmiş çok uzak değildi ne de olsa. Mesela bu ülkenin ilk başbakanı asıldığında bu satırların yazarı on üç- on dört yaşlarındaydı.
  27 Mayıs!
 Cemal Gürsel diye bir generalin önderliğindeki bu harekat çok partili rejimin ilk askeri darbesiydi.
On yıl sonra 12 Mart’ı Siyasal Bilgiler Fakültesinin öğrenci yurdunda karşıladık. Memleketi komünistlerden temizlemek için yine üst komutanların kendilerine göre “sivilleri hizaya getirme ve siyaseti kendilerine göre yeniden dizayn etme” harekatıydı bu.
Son kuşak gençler yaşamamış olsalar bile en azından babalarından, ağabeylerinden öğrenmişlerdir 12.Eylül darbesini.. Toplumu nasıl bir kırımdan geçirdiğini, nasıl bir siyasi cendereye aldığını mutlaka okumuşlardır. Kenan Evren liderliğindeki beş generalin emirlerindeki silahlı güce dayanarak ve diktatörlüklerine sebep akıl dışı gerekçelerle henüz bıyığı terlememiş gençleri ipe gönderecek kadar toplumu nasıl kıskıvrak ettiğini bir yerlerden, bir şekilde öğrenmişlerdir.
Yani, darbeler tarihi mevzuunda, katil-kutul pratikleri ve getirilen yasalarla bu kadar zenginleşerek korku toplumu haline gelmiş bir toplum fertlerinin o gecede, en büyük paşaların orduyu bir anda “başsız” bıraktıkları gecede neler düşündüler, neler duyumsadılar acaba?
Kim bilebilir ki..
Ama düş gücümüzü kullanabiliriz.
Siyasal İslam hareketinin ülkeyi giderek “şer’i” düzene götürürken, buna yol vermeyeceklerine iman ettikleri ve güven duydukları  ve hala düşmemiş “son kale”leri olan ordularının nihayet bu kez bu yöntemle ortaya  çıktığına inanan bir kesim (laik/ulusalcılar diyelim)  ellerini ovuşturarak, acaba,  “tamam, nihayet geliyorlar bizimkiler!”  mi demişlerdir?
Ya da o gece,  türlü, çeşitli gerekçelerle AKP’ye oy vermiş ve fakat  “liberal yaşam ve düşünceyi bile  tehdit haline gelen” gidişatın tedirgin ettiği “yetmez ama evet”çilerden kimilerinin,  bir birlerine utangaç bir yüzle, “Yanlış mı yaptık ha, ortalığı kan revan içinde bırakmadan bunlara bir ‘dur’ deseler fena mı olur”  diye akıllarından geçirmiş olabilirler mi sizce?
Ya,  kendisi ya da ailesiyle On iki Eylül’ün sillesini yemiş ve fakat “cemaat” iktidarıyla birlikte bir kenara atılmış, ne ki,  o gece kendisini iki arada bir derede hisseden solcu “beyaz yakalı”,   “kahretsin, al birini vur ötekine!” diye mi düşünmüş olabilir mi?
Bin dokuz yüz yetmiş’li yıllarda “beşinci güç” olarak düşünülen ve fakat 12 Eylül’le budanan güçleriyle, AKP iktidarında daha da güçten düşürülen ve taşeronlaşmayı her dakika enselerinde hisseden sendikalar ve bağlı işçilerden her birinin durumu,  o titreten gecede “iki arada bir derede” olanlardan çok mu farklıydı?
O gece sosyal demokratların durumu mu, unutmadım. İtiraftan kaçınsalar bile sandıksal bir yöntemle AKP’yle yakın vadede baş edemeyeceklerini düşünen CHP’lilerin ezici çoğunluğunun, aslında altan alta generaller için,   “ah bir gelseler!..” diye iç geçirdiklerini adım gibi biliyorum. Onlar,  “ne olur ne olmaz” diye tedbir elden kaçmasın babından sözde demokratlıklarına bilmem ne sürmedikleri için demokrasiden yana gibi görünmüş olduklarına kanmayın, sakın ha!
Kanaatimce o gece en çok korkan  ABD’nin sonuna kadar AKP’nin arkasında durup durmayacağından tam olarak emin olmayan Tayyip Erdoğan’ın kurmaylarıydı. Ama yine de  bunların başına o sıra Menderes’in kefenli siluetiyle yol alan Başbakanı koymak en doğrusu galiba.. Demokrasiye olan düşkünlüklerinden değil, ideolojilerinin “devletleşmeye” evrileceği son virajdı onlar için.  
 O gece alıştığımız ya da çok insanın beklediği “darbesel” bir  harekat olsaydı Kürtlerle birlikte en büyük tırpanı yiyecek olan siyasal İslam kadroları olacaktı. Yani onlar olacaktı, bu kesin! Arkalarındaki desteğe güvenerek hayatlarının zarını attılar.
 Attılar ve kazandılar!.
Askerle aralarındaki kan davası mı;  “Kemalizm” tamamen biterse ancak sona erebilir. Bekleyip göreceğiz.
Ama yine de ve kanaatimce o gece nispeten rahat olan yine de Kürt kesimiydi. AKP’ye sırnaşanların dışında kalan,  özellikle Özgürlük Mücadelesi ve yandaşları için “değişen” bir şeyin olmayacağı belliydi..  Komutanların yapacağı bir darbenin birinci hedefinin (Siyasal İslam değilse) Kürtlerin olacağını söylemiştik, ancak Türkiye toplumu içerisinde “gard” sahibi yegane örgütlü kesim de yine Kürtlerdi. 12 Eylül’ün ateşi içerisinde doğan ve onun ardıl kadrolarıyla savaşarak büyüyüp gelişen Özgürlük Mücadelesi açısından çok fazla şey fark etmeyecekti anlayacağınız..
Hiç kuşkusuz çok farklı tutum takınanlar da olmuştur o gecede. Ama kabul edelim ki, YAŞ’la kendini patlatan kriz,  uluslar arası “mütegallibe” güçlerin bu şekil  bir onayı ile yanımızdan “teğet” gibi geçtiğini sandığımız “o gece”de olası   mütalaa ve mülahazalar yaklaşık bu şekil olmuştur diye düşünüyorum.