23 Temmuzdan bu yana Şemdinli’de sürmekte olan bir silahlı çatışma var. Ordu yükleniyor PKK’lılar direniyor. Kayıp desen tahmin ettiğimizin üzerinde. Her iki taraf da kayıplar konusunda doğrulanabilir haber vermiyor. Tam bir savaş psikolojisi. Hükümet sessiz, Ana muhalefet tepkili, vatandaş huzursuz ama Şemdinli de bir savaş sürüyor.
Şemdinli olayı patlak vermeden önce hükümetin önceliği bilindiği gibi ŞAM’dı. Suriye Ulusal Konseyinin bünyesinde toplanan silahlı güçler Beşar Esad rejimini yıkmak için mücadele ediyor. Konseyin güçlerini Türkiye’den yönlendiriyor olması, Toplantıların Türkiye’de yapılıyor olması. Tankların sınırda tur atması, Uçağımızın düşürülmesi derken anlayacağınız Şam yönetimi ile ipler kopabileceği kadar kopmuş durumda. Şam’ın dili de Türkiye’nin dili de oldukça sert ve kan kokuyor.
Suriye’deki bu durum ve hükümetin izlediği politika yürüyorken Suriye’deki Kürtlere vatandaşlık hakkı bile vermeyen, kimlik vermeyen. Ev kurma izni vermeyen Esad rejimi suriyedeki Kürt kentlerini bir bir boşaltarak yönetimi Kürtlere vermek durumunda kaldı. Böylece ilk kez çatışma çıkmadan, kan dökülmeden bir bölge Esad rejiminin egemenliğinden çıktı. Türkiye Hatay’ın güneyinde kanla, savaşla, vur kaçlarlar mücadele eden Suriye Muhalefetine destek verdiği halde Kürtler söz konusu olduğunda yapabileceği en büyük yanlışı yapıp bu alanın Esad rejiminin denetiminden çıkmasına karşı çıktı. Aslında karşı çıktığı kentlerin Kürtlerin eline geçmesiydi. Oysa bu bölgede Türkiye’nin en rahat işbirliği yapabileceği birileri varsa onlar da Kürtlerdir.
İşte bu durumun bir sonucu olarak zaten gergin olan ve sürmekte olan iç çatışmalara Şemdinli meselesi de tuz biber oldu. Şemdinli meselesi birçok yönden düşünülmesi gereken bir meseledir. Cephe savaşı yürütmeyen, vur kaç eylemleri yapan ve bunu yaparken bile kayıp veren silahlı gücün belli bir alanı günlerce süren bir cephe savaşı ile korumaya alması ve ordunun bütün gücüne rağmen başarı sağlayamaması ne anlama gelir?
Elbette meseleyi güç gösterisine dönüştürmenin bir yararı yok. Orada ölenlerin sayısının artması hiç kimseyi sevindirmeyecektir. Tarafların kayıpları kendileri açısından az veya çok olabilir ama bize göre kayıpların tamamı Türkiye hanesine yazılan kayıplardır. Kim kazanırsa kazansın kaybeden Türkiye oluyor Çünkü ölenler Türkiye cumhuriyeti vatandaşları. Her iki tarafta da etnik kökeni karşı tarafı gösteren insanlar var. PKK içinde Türk kökenli yurttaşlar ordu içinde Kürt kökenli yurttaşlar var ve bu savaşta ölenler bizim evlatlarımız.
Büyük Ortadoğu projesi kapsamında yeni bir şekillenme oluyor. Bu şekillenmeden Kürtlerin haklarını görmezlikten gelmenin imkânı kalmadı. Son düzenleme sırasında Kürtleri kendi sınırları arasında paylaşan devletlerin Kürtlere karşı gösterdikleri fobiyi aşmaları ve onlarla eşitlik temelinde yaşamaya hazırlanmaları gerekmektedir. Buna direnmenin fazla fayda getirmesi de mümkün değil. Başkasının hak ve hukukunu tanımamazlık haksızlık yapma anlamına gelir ve bu haksızlığın gelinen şartlarda sürdürülmesi mümkün değil. Büyük bir güçle işgale yönelme, güçle bastırma girişimleri elbette mümkün ancak bunlar sonuç alıcı davranış olmaktan ziyade bataklığa saplanma anlamına geliyor ve bu hataya düşen devletin iflahı söz konusu olmaz.
 Türkiye’nin artık Kürt meselesi konusundaki stratejisini kararlaştırması ve açıklaması gerekir. Kürtlerle kardeşçe yaşamı sürdürmenin yol haritasının vatandaşlarla paylaşılması ve ülkenin barış ortamına sokulması gerekir. Sürekli çatışma durumunun olumlu sonuçlar doğurmadığı, sertleştirilen politikaların daha çok can ve mal kaybına neden olduğu, Büyük orduların on kilometrekarelik alanları on günlerce alamadığı durumlarla karşılaşıldığını artık görmek gerekir. Bu yanlışlar başka yanlışlar getirir. Ülke insanları süren bu gergin ortamdan dolayı parlayan en ufak bir kıvılcımda bile karşı karşıya geliyor. Malatya’daki, istanbuldaki, Muğla’daki örnekler bunu gösteriyor. Toplumu fazla gerdirmenin bir manası yok. Bize ne ŞAM dile ne de Şemdinli örnekleri lazım. Bize kardeşlik dili ve huzurlu kentler lazım. Bunu artık herkes görsün.