Halkçılık felsefesi ile yaşamaya çalışan insanlardan örnek vermem istendiğinde aklıma gelen insanlardan biri de şüphesiz Mehdi Öztüzün olurdu. Bütün meslektaşları gibi kendisi de bir hukuk mezunuydu ve avukatlık mesleğini icra etmekteydi. Her yiğidin yoğurt yiyişinin farklılığının bir icabı olsa gerek Mehdi Öztüzün’ün de farklı bir tarzı bulunmaktaydı. O şatafatlı giyinmekten, lüks arabalara binmekten, sırça köşklerde yaşamaktansa halkçı bir yaşam tarzını benimsemişti. Halk neredeyse o oradaydı. Hedefine yürüyerek varmayı tercih eden, kravat yerine kırmızı atkısını benimseyen, takim elbise yerine hakî renkli paltosu ve pantolonunu tercih eden lokallerden ziyade Yılmaz Güney sinemasının “kürsilerini” tercih eden bir arkadaştı.
Siyaset yapmayı da, normal yaşamayı da içinde bulunduğu gönül verdiği halkla birlikte yapmayı tercih ediyordu. Göstermelik vitrin gösterilerinden uzak, inandığında ısrar eden, yaşadığı gibi inanan inandığı gibi yaşamaya çalışan bir arkadaştı. Sıkıntılı zamanlarda onu binaların camlarında kalabalıkları izleyen bir bilmiş olarak göremezdiniz. O, ya Petrolkentte ya da bağlarda, Pazaryerinde objektiflere takılırdı. Seçim lokallerinde değil sandık yanlarında bulunurdu. Koltuklara kurulmuş olarak değil bir okulun duvarına oturmuş ya da bir duvara yaslanmış olarak görevini yapmaya çalışırdı.
En çok hoşuma giden yaklaşımı ise barışa ve kardeşliğe yönelikti. Her koşul ve şartta toplumsal uzlaşı ve eşitlikten yana tavır takınırdı. Düşmanı bile olsa toplumsal uzlaşı konusunda doğruyu söylemekten ve doğruya gitmekten sakınmazdı. Halkların kardeşliğine inanır ve yoksul insanların heba edilmesine karşı olduğunu her fırsatta dillendirirdi.
İnanmadığı bir işi yapmaktansa hiçbir iş yapmamayı tercih ederdi. Ya kendi gibi olmayı ya da uzak durmayı tercih ederdi.
Son olarak BDP il başkanlığı için ismi geçtiğinde bile bu görevi yapıp yapmama konusunda çevresine sürekli danışan, ilkelerini ortaya koyan bir tavır sergilemişti. Sanırız seçilmesindeki en büyük nedenlerden birisi de bu yaklaşım tarzı olmuştu. Seçildikten sonra da yaptığı konuşmalarda sağduyu ve kardeşlik eksenli konuşmuş bütün çabalarında barışı hedeflemeyi tercih etmişti.
Açık söylemek gerekirse halkın güven ve beklentilerine cevap olabilecek isimlerden biriydi. Radikalleşmekten ziyade uzlaşıyı tercih eden bir yaklaşım ile yola çıkmıştı. Engellenmeseydi belki de kafasındaki projeyi gerçekleştirme şansına sahip olabilirdi ama ne yazık ki bu şansı yakalayamadı.
Bize göre siyasetin tıkanma yaşadığı bir dönemde belki de bir nefes borusu işlevi görebilecek çabalar görebilecektik artık böyle bir şansımız yok.
Bu ülkede artık neyin doğru neyin yanlış, neyin ülkenin ve milletin çıkarına neyin olmadığı, kimin doğru bir çizgide gittiği kimin gitmediği bir birine karıştı. Siyah beyaz peşinde olanlar ortaya çıkan rengin tonunun bile farkında değiller.
Sorunların çözümü iktidarlaşma ve etkinleşme üzerine kurulmaya çalışılıyor. İktidar olmanın, güçlü olmanın sorun çözmekle aynı olmadığını daha fazla bedel ödeyerek öğreneceğiz ancak kayıpları telefi etmenin ne yazık ki olanakları ortadan kalkacak. Kimsenin kimseyi dinlemediği dinlemek istemediği bir süreç içerisine girmiş olduk.  
Halk ile iletişim kablolarını kopardık. Oysa o iletişim kanallarının açık olması ne kadar da halkın işine yarayabilirdi. Halkın işine yarayan işin aynı zamanda idare edenlerin işine de yaradığını bilmem söylemenin gereği var mı?
Şimdi Mehdi Öztüzün’ü tutuklayan zihniyete bir tek soru; bu tutuklama halka, ülkeye, millete, sürece, çözüme hangi katkıyı sunmuş oldu? Ne başarılmış oldu? Ne kazandık?