Malum bu hafta İnsan Hakları Haftası. Mademki insanız o zaman sahip olmamız gereken ancak kullanamadığımız haklarımızdan biraz söz etsek, hasbihal olsak, dertleşsek fena olmaz değil mi?

İşe İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin iki maddesi ile başlayalım. Öyle ya artık ne hikmet ise söylediğiniz veya düşündüğünüz her şeye bir de dayanak bulmak gerekiyor.

Sanki dayanak yoksa düşüp bayılacak mübarek!

“Bütün insanlar hür ve eşit doğarlar. Akıl ve vicdan sahibidirler; birbirlerine karşı kardeşçe davranmalıdırlar. ” (İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi- madde:1)

“ Yaşamak, özgürlük ve can güvenliği herkesin hakkıdır.” (İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi- madde:3)

Bütün insanlar hür ve eşit doğarlar aynı zamanda çıplak doğarlar. Anadan uryan ve cıyak bir sesle bağırarak. Çünkü daha doğar doğmaz içgüdüsel olarak nasıl bir dünyaya geldiklerinin farkına varırlar. Ortamdaki basınç farkından bile durum aşikâr!

Bu içgüdü sonucu hissettiklerinden yanılmadıkları da zamanla ortaya çıkıyor zaten.

Akıl ve vicdan sahibidirler. Bu durum cüzdan ile tanışmadan evvelki durumlarını tanımlamaktadırlar. Çünkü cüzdan ile tanıştıklarından itibaren akıllı davranmak ve vicdan sahibi olmak kriterlerini hızla kaybeden bir türe dönüşürler. Hem de öylesini bir dönüşüm sergilerler ki sadece kendilerinin değil milyonlarca insanın yaşam hakkını ortadan kaldıran savaşlar çıkarırlar ve ortada ne vicdan kalır ne de akıl?

Bir de birbirlerine karşı kardeşçe davranırlar. Olması gereken budur lakin bu kardeşlik meselesi biraz yanlış algılanmakta ve uygulanmaktadır gibimize geliyor. Örnekleyelim. Örneklerken de önce iğneyi kendimize sonra çuvaldızı başkalarına batıralım. Bütün Müslümanlar kardeştir. Dini anlayışımız gereği. Hepimiz Âdem ve Havva’dan yaratılmışız insanlığımız ve türümüz gereği. Bunlar bizi kardeş yapıyor. Ancak bir de uygulamaya bakalım. Kardeşlik aslında eşitlik, hakka ve hukuka saygı, şefkat ve koruma, birlikte yaşama, zor koşullarda yardıma koşma gibi unsurlar içerir.

Peki, bizde böyle mi?

Bizde öyle değil. Kim kimin kuyusunu çabuk kazacak derdinde olan insanlara dönüşmüş durumdayız. Bir tek islam ülkesi veya devleti yok ki savaş içinde olmasın. Bir tek islam devleti yok ki içinde haksızlıklar bulunmasın. Bir tek islam devleti yok ki diğeri ile düşman olmasın. Bir tek islam devleti yok ki başkasının piyonu konumuna girmiş olmasın. Peki, bu durum kimin aleyhine? Elbette Müslümanların aleyhine. Kardeşlik nerede kaldı? Kâğıt üzerinde.

Kabul etmemiz gerekiyor ki modern dünya bu konuda bizden bir hayli ileri bir konumda bulunmaktadır. Yasalarıyla, yaşam tarzlarıyla, birbirlerinin haklarına duymuş oldukları saygıyla bizden ilerdedirler. Tabi bu durum aynı zamanda onları bilimsel çalışmalara ve iş ahlakına saygıya götürdüğü için de bizden daha başarılıdırlar. Bizler onların icat ettikleri makineleri bile kullanamayan türdaşlarıyız!

Diğer maddeye geçelim. Yani yaşamak, özgürlük ve can güvenliğinin herkesin hakkı olduğu gerçeğine. Kâğıt üzerinde ne de güzel görünüyor değil mi? Peki uygulamada da gerçekten böyle mi? Yani bu hakkımızı toplumun bireyleri olarak gerçekten kullanabiliyor muyuz?

Bizlerin gerçekten yaşam hakkı güvencede midir? Yaşadığımız ekonomik ve sosyal sıkıntıları bir kenara bırakalım. Açlığımızı, donanım eksikliğimizi, uğradığımız adaletsiz gelir dağılımını bir kenara bırakarak yani modern ve insanca bir yaşamın ötesinde fiziki olarak yaşam hakkımız güven altında mı? Hangimiz görevimiz ve rütbemiz ne olursa olsun kendimizi güvende hissediyoruz. Bir polis olarak, bir asker olarak, bir yurttaş olarak sabah evden çıktığımızda akşam mutlu bir şekilde eve dönebileceğimizden emin miyiz? Her an bir kurşuna hedef olma olasılığımız var mı, yok mu? Her an bir bombaya kurban olabilir miyiz, olamaz mıyız? Kutsallaştırdığımız devlet, kurban olduğumuz sözüm ona ilkelerimiz yaşam hakkımızın önüne geçiyor mu, geçmiyor mu? İçinde bulunduğumuz şartlarda barışı savunmak mı suç savaşı savunmak mı?

Peki, yaşam hakkının bu kadar zorlandığı bir ortamda özgür olmak mümkün mü? Bugün hangimiz veya hangi Türkiye vatandaşı düşündüğünü özgürce ve herhangi yasal veya toplumsal baskı altında kalmadan fikirlerini ifade edebiliyor? Fikirler kutsallaştırılan ilkelerle çatıştığında bir hoşgörü söz konusu olabiliyor mu? Parlamenter sistemin 3 temel ilkesinden sonra dördüncü ilke olarak kabul edilen basın özgürlüğü konusunda sıkıntılar yok mu? Basın mensupları görevlerini gerçekleştirirken sahip oldukları bakış açısı nedeniyle kendilerini kodeste buluyorlar mı acaba?

Bundan da vazgeçelim peki düzene muhalif olduğunuzda güç sahiplerine karşı bir fikir ifade ettiğinizde can güvenliğiniz korunabiliyor mu? Diyeceksiniz ki kolluk kuvvetlerinin bile can güvenliğinin olmadığı bir alanda nasıl evet diyelim. İşte biz de tam olarak bunu söylemeye çalışıyoruz sahi kolluk kuvvetleri dâhil neden hiç birimizin can güvenliği güvencede değil? Alınmayan hangi kararlar nedeniyle bu durumdayız. İçinde bulunduğumuz koşullar gerçekten düzeltilemeyecek bir durumda mıdır yoksa inadım inat yüzünden mi bu durumdayız!

Bu güzelim ülkeyi “Mele Küli’ye” teslim etseniz bizden daha iyi yönetecek gibi görünüyor.En azından sıçrama hakkımız olur.