Leyla Zana’nın Başbakan R. Tayyip Erdoğan ile iki saate yakın süren “Kürt Sorununa Çözüm” konulu görüşmesi Türkiyenin gündemini belirleyen konulardan biri oldu. Bu görüşmenin yapılıp yapılmaması ve görüşme öncesi Leyla Zana’nın yaptığı açıklamalar konusunda değişik çevrelerden değişik görüşler geldi ve gelmeye devam ediyor.
Gerek görüşme öncesinde gerekse görüşmeden sonra tartışmaların sürmesi de normal karşılanmalıdır. Zaten görüşmelerden sonra çözüme katkı anlamında yapılan çağrıların da doğru algılanması gerektiğini düşünüyoruz.
Öncelikli Sayın Leyla Zana’nın Başbakan ile Kürt sorununa çözüm gündemli görüşme yapmasının atılan yanlış bir adım olmadığını belirtelim. Bu elbette bizim görüşümüz. Leyla Zana hem kişisel hem de ailesel olarak Kürt sorunu ve Türkiye’deki Kürtlere uygulanan baskılar konusunda nasibini alan bir şahsiyet. HEP-DEP döneminde Kürt kimliği ile meclise gidip meclis kürsüsünden kardeşlik istediği için yıllarca cezaevine konulan isimlerden birisi. Dolayısıyla ne içerden ne dışarıdan üzerine kestirmeden çizik atılacak bir isim değil. Helen bulunduğu konu itibariyle de Kürtlerin haklarının savunulması konusunda hem Kürtler arasında, hem Türkiye’de hem de Dünyada bu kimlikle tanınan ve tanımlanan bir kişilik.
Konuya bu boyutuyla bakmanın faydalı olacağını düşünmekteyiz. Gelelim sorunu başbakanın çözebileceğinden umutlu olmasına ve bu umudunu başbakanlık makamına kadar götürmesine. Bu ülkede Kürt sorununun muhatabının hükümet olduğunu açıklamayan tek bir siyasi şahsiyetin olduğunu hatırlamıyoruz. Eğer bir sorunun çözümü isteniyorsa elbette çözüm beklenen makam da çözüm beklenen erk de hükümet ve onun başında bulunan Başbakan olacaktır. Mevcut v e geçmiş uygulamaların ortaya çıkardığı olumsuzlukların muhatabı değiştirmeyeceğini değiştiremeyeceğini kabul etmek gerekiyor. Umutlu olmayanlar için de çözüm merkezinin iktidar olduğunu hatırlatmak gerekir. Bu düşünceleri doğuran sonucun iktidarın kararsızlığı olduğunu elbette yabana atacak değiliz. Evet iktidar çözüme giden yolda çok yavaş davranmaktadır. Ülke geneline sindire sindire çözüme gitme hızı, bölgedeki yakıcı ateşin içinde yaşayan bizlere elbette yeterli gelmemektedir. Atılması gereken adımların muhataplarının dikkate alınmadan atılmasının yarar getiremediğini elbette görebilmekteyiz. Yapılan yasal değişikliklerle bölgenin ve ülkenin neredeyse açık cezaevine dönüştüğünü, yapılan operasyonlarla yargının da artık güven yitirmeye başladığını herkes konuşmaktadır buna rağmen konunun çözüm yeri ve muhatap hükümet ve başbakandır. Bu anlamda Leyla Zana’nın belirlemesinin ve diyalog çabasının yerinde olduğunu belirtmek gerekir.
Leyla Zana’nın bu tavrının ve düşüncesinin bir ayrılık gayrılık manasına gelmediği, gelmemesi gerektiği ve böyle yorumlanmaması gerektiğini hatırlatmak gerekir. Nasıl ki sayın başbakanın BDP’yi muhatap almaması, el sıkmamaya çalışması ve diyalogdan kaçınması yanlış idiyse ve bu yanlışlık her defasından tarafımızdan dillendirildiyse BDP yönetiminin Başbakanla görüşme veya hükümetle görüşme ve diyalogdan uzat durma anlayışının da yanlış olacağını hatırlatmak gerekir. İstenin sonuçların alınmaması veya alınamaması muhataplık meselesini elbette başka tarafa götürmez. Sorunun muhatabı olan bütün kesimler bellidir ve muhataplara hangi şekilde ve anlamda olursa olsun ambargo koymak yanlıştır.
Gelelim sorunun çözümü konusunda herkesin sorumluluk üstlenmesi meselesine. Kürt meselesinin Türkiye’nin temel meselesi olarak görülmesi ve çözümü konusunda yoğunlaşılması konusunda her aydın, Sivil Toplum Kuruluşu, siyasi çevre ve kişilik yükün altına elini sokmak zorundadır. Bu sorununun geldiği boyut değerlendirildiğinde hiçbir muhatabın tek başına yükü kaldırabilecek güçte olmadığı gerçeğini görmemiz gerekir. Çözüm süreci eğer oluşur ve ilerlerse sen ben kavgasının da olmamasında büyük fayda bulunmaktadır. Bu ülkede kimin kim olduğu zaten yılların getirdiği pratikte açıktır. Kimsenin kimseyi değişik şekillerde itham etmesine de gerek yoktur. Ortada bir ateş var ve söndürülmesi için kimin elinden ne geliyorsa olumlu katkı sunmalıdır. Bu çaba kimsenin kimseyi yok sayma veya boşa çıkarma çabasına dönüşmemeli ve bu şekilde algılanmamalıdır.