Ülkede, başbakanın başlattığı ve iktidar partisi yöneticilerinin savunmaya çalıştıkları bir tartışma gündemleşince doğal olarak konu hakkında görüşü olanların söz söylemeleri gerekiyor.
 
Türkiye’de bir sistem düzenlemesinin gerektiği konusunda kamuoyunun büyük bir kesimi hemfikir bulunmaktadır. Bu sistem düzenlemesinin de yapılan son genel seçimlerde de tartışılıp üzerinde mutabakata varılan konu gereği yeni bir Anayasa ile düzenlemenin mümkün olabileceği genel kabul olarak önümüzde durmaktadır. Ancak iki yıla yakın bir süredir yeni anayasa üzerinde yapılan tartışmalar neticesinde süreç olumluya evirilemeyince başkanlık sistemi ve kuvvetler ayrılığı konularının pişirilip önümüze konduğu kanaatindeyiz.
 
Birincisi, Türkiye’nin özgürlükler konusundaki temel sıkıntısı 12 Eylül mantığının dayattığı mantıkla hazırlanmış olan 1982 anayasasıdır. Bu anayasadan sonra yasaları uygulayanlar ve yeni yasa çıkarıcıları bir türlü istenen özgürlük ortamını sağlayamadılar. Defalarca yapılan anayasa değişikliklerine rağmen ana mantık değişmediği için istenen sonuç alınamamıştır. Bu kanaat yaygınlaşınca da artık yamalama yerine yeni bir anayasa hazırlanması için gereklilik ortaya kondu ve iktidar bu sözü verdiği için %50’lik oy oranı ile iktidara geldi.
 
İkincisi, dönemin şartlarına göre henüz anayasal özgürlük ortamını yakalayamamış ve özümseyememiş bir toplumsal yapıyı başkanlık sistemi gibi bir sisteme itelemek telafisi mümkün olamayacak gelişmelere neden olabilir. Üstelik yeni yetişen nesil cumhuriyet tarihi boyunca ülkenin içine düştüğü eksikliğin Osmanlıdaki tek adam yönetiminden kaynaklandığı eğitimini aldı. Şimdi bu nesile başkanlık sistemi denildiğinde yeni bir padişah formülasyonu görmekte ve şiddetle ret etmektedir. Peki, haksız mı? Bize göre haksız değil ve tam da doğru düşünmekte. Bu doğru düşünce geçmişin korkularını içerdiği için doğrudur yoksa sistemin doğruluğu ve yanlışlığından değil.
 
Üçüncüsü, kuvvetler ayrılığı konusu demokrasinin güzelliklerinden biridir. Güçlerin herhangi bir tarafı dönemsel olarak kendini aşırı güçlü gördüğünde diğer kolların onu frenleyebilmesi anlamında oldukça yerinde bir sistem. Mevcut sistemde iktidar ne kadar güçlü olursa olsun çıkardığı yasaları parlamentoda kabul edilse bile konu ile ilgili eleştirileri birinci elden duyabilmekte ve dirençle karşılaşabilmektedir. Zaten amaç yasa çıkarmanın önüne geçmek değil. Yasamadaki amaç çıkacak yasalar konusunda toplumun muhalif kesimlerinin de seslerinin duyulması ve yasal düzenlemenin buna göre yapılmasıdır. Yürütmeyi oluşturan hükümet ise zaten yasalar çerçevesinde yetkilerini sonuna kadar kullanabilmektedir. Hatta çıkarttığı torba yasalar ve kanun hükmünde kararnameler sayesinde işlerin yürütümünde sıkıntı çektiğini söylemek de mümkün değil.
 
Parlamento çoğunluğunu ele geçirmiş ve iktidar koltuğuna oturmuş siyasal yapının şu anda şikâyetçi olduğu konu yargıdır. Toplum tabanında ve her ne kadar muhalif kesim yargının iktidar tarafına geçtiğini iddia etse de iktidarın taleplerinden anlaşılan yargının yetirince “emir” dinlemediği sonucudur. Yeni kurulan Anayasa mahkemesi, HSYK’daki son düzenlemeler falan da yeterli gelmemiş olacak ki Sayın başbakan kuvvetler ayrılığı yerine kuvvetler birliğinden söz etmeye başladı.
 
Bizim Anayasa değişikliğinden ziyade başkanlık sistemi ve kuvvetler ayrığı konularının tartışılmasından anladığımız “diktatöryel” bir sistem algısıdır. Bu tek adam sistemini ortaya çıkaracaktır ki bu iktidarın ne kadar “Milli Şef” döneminden rahatsızlık duyduğunu bilmekteyiz. Türkiye’de, TBMM’nin kuruluşu ve kurtuluş savaşı döneminde kuvvetler ayrılığı meselesi gündeme gelmiş kuvvetlerin mecliste toplanmasına karar verilmiştir. Dönemin koşulları elbette içinde bulunduğumuz döneme benzemiyordu. Buna rağmen meclis tarafından kurulan istiklal mahkemelerinin nasıl kararlar verdiğini hepimiz çok iyi bilmekteyiz. Kaldiki o dönemin koşullarında bile ülkeyi yöneten Mustafa Kemal ve arkadaşları pratik farklı olsa bile buldukları ilk fırsatta çok partili sisteme ve kuvvetler ayrılığı ilkesini uygulamaya geçirme konusunda tereddüt yaşamamışlardır.
 
Şimdi ise iktidar zora düşer diye daha seçim barajını yüzde beşlere indiremeyen siyasal iktidar başkanlık sistemi ve kuvvetler birliği gibi ülkeyi farklı mecralara götürecek bir yapıya doğru götürmeye çabalamaktadır.
 
Sonuç olarak ülkenin ihtiyacı başkanlık sisteminden ve kuvvetler birliğinden ziyade yeni bir anayasa ve özgürlükler ortamıdır. Tek kişi yönetimi ülkeyi dikta bir rejime götürmeye müsaittir ve kabul edilemez. Dileriz bu konunun tartıştırıcıları biran evvel bunun farkına varırlar.