1 Kasım seçimlerini geride bıraktık. Halk son dönemde yaşanan olaylardan kendine göre bir sonuç çıkardı ve AKP’nin tek başına iktidar olmasına karar verdi. Verdiği oy oranı ile de 2011 seçimlerinde sağladığı desteği sundu. Bu aynı zamanda “son dönemindeki eksikliklerini ve aksaklıklarını gör ve yeniden başla” dedi.

Bu durumdan iki türlü sonuç çıkarmak mümkün. Birincisi “her şeye olumlu bakma mantığı ile sorunların çözümüne doğru yol almak,” ikincisi ise “zıtlaşma ve kutuplaşma nasıl olsa oy kazandırıyor o halde bende bu yoldan devam edeyim” mantığı.

Bu iki yoldan birini seçmek zorunluluk çünkü Türkiye’deki durum artık “hem nalına hem mıhına vurma” dönemlerini aşmış bulunuyor.

Türkiye’deki seçim sonuçlarının AKP’ye sağladığı üstünlük havasına kapılanlar olup bitenleri görmeden kazanan taraftan yana görünmek için ellerini ovuşturduklarını görmek o kadar zor değil. Evet, AKP bu seçimlerden güçlenerek çıktı. Kendisinin de beklemediği bir oy patlaması ile tek başına iktidar oldu. Yakında hükümetini kuracak ve işlerine kaldığı yerden devam edecek. Ancak unutmayalım ki son süreçte yaşadıklarımız normal bir süreç değildi. Evet, kazanma olayı birileri için yeni umut kapıları açmış olabilir lakin çevremizdeki gelişmelere dikkatle bakarsak işin o kadar da kolay olmadığını görmek gerekiyor.

Türkiye’de çözüm süreci çalışmaları devam ederken sorunların çözümü noktasında bir hayli olumlu adımların atıldığını belirtmek gerekiyor. Bu adımlar elbette AKP’nin izlediği politika sayesinde oldu. Ancak asıl başarı doğru muhataplık meselesinden kaynaklanıyordu. Çözüm sürecinin bir umut haline gelmesi İmralıda bulunan Abdullah Öcalan’ın süreci destekleyen açıklamaları ile güçlendi ve olumluya evrildi. Son dönemdeki korku ve panik havası olmasaydı belki de bu süreç Türkiyeyi ileriye taşıyacak bir adıma dönüşecekti.

Ama olmadı.

Bu olmadının nedenlerini ve niçinlerini ileriki süreçte çok daha detaylı öğrenme şansına sahip olabileceğiz çünkü kapalı kapılar ardında olup bitenler ilelebet orada kalmaz.

Şimdi merak edilen konu AKP’nin Kürt politikasının ne olduğu meselesidir. Seçim çalışmaları sırasında “evet Kürtlerin bir devleti vardır bu devlet de Türkiye cumhuriyetidir” diyen Başbakan Davutoğlu’nun bu sözlerinin pratikte ne anlam ifade ettiğini hepimiz uygulamalarla göreceğiz. Beşir Atalay’ın tekrar milletvekili seçilmiş olması çözüm sürecinin bilgilerinin hükümette sürdürülmesi anlamında elbette olumlu bir adım olarak değerlendirilebilir.  Kürtlerin bir bölümünün AKP’ye oy vermesini de çözüme destek olarak yorumlamak mümkün lakin son açıklamaların endişe verici olduğunu da belirtmek gerekiyor.

Endişenin nedeni şu. AKP çevrelerinden gelen seslerde Kürt sorununda muhataplık meselesinde ibrenin değişeceği yönünde. Hükümetin PKK çevresi ile görüşme istememe refleksini anlamak mümkün ancak gerek Öcalan ve gerekse HDP’nin de sürecin dışında bırakılacağına yönelik söylemlerin doğru bir yaklaşım olduğu düşüncesinde değiliz. Hele hele halkın yüzde 10 gibi bir kesiminin oylarıyla parlamentoya girmeyi başarmış ve 59-60 milletvekili ile temsil edilen bir siyasi partiyi muhatap almamak gibi bir yaklaşım demokrasiye olan inancı, parlamentonun çözüm merkezi olmasına yönelik umutları ve sorunun demokratik yollarla çözümü noktasında ciddi sorunlar doğurur.

Türkiye’de hiç kimse ve kesim yukarıda belirtilen kesimlerin Kürt sorununda muhatap olmadıklarını iddia edemez. Böylesi bir iddia da insanların vicdanlarında ve beyinlerinde kabul göremez.

Peki, o halde çözüme nasıl gidilecek. Eğer bu kesimler muhatap alınmaz ise kim muhatap alınacak ve nasıl bir çözüm düşünülecek?

Eğer AKP nasıl olsa çözüm süreci boyunca yaptığımız görüşmeler ve tartışmalar sırasında Kürt sorununun çözümü noktasında hangi adımların atılması durumunda meselesinin çözümleneceğine ilişkin bilgilere sahibiz. Bu nedenle de kimse ile görüşmeden bile atacağımız demokratik adımlarla çözümü ve sonuca gideceğiz diyorlarsa bu anlaşılabilir bir konudur.

Yok, zaten böyle bir sonun yoktur. Biz hava bombardımanları ve operasyonlarla istediğimiz sonuca ulaşırız mantığı ile hareket edilirse o zaman da 90’lı yılların politikalarına geri dönüş olacak ki bizler bu senaryo ile çevrilen filmin nasıl sonuçlandığını çok iyi bilen bir toplumuz.

Türkiye sorunlarını çözerken çevresinde olup bitenlerden soyutlanamaz orası doğru. Ancak Kürt politikasını belirlerken Suriye’deki gelişmeleri baz alacaksa o zaman izleyeceği yolun farklı olması gerekiyor.

 Irak ve Suriye’deki Kürtlerin çıkarlarını savunan ve Türkiye’deki Kürtlerin temel haklarını koruyan bir ülke durumuna gelmek gerekiyor. O zaman Kürtleri potansiyel tehlike gören anlayıştan yüzünü Türkiye’ye çevirmiş bir Kürt gerçekliliği ile karşı karşıya kalırız. Bu konuda en büyük katkıyı sunacak olan partinin de HDP olacağını unutmamak gerekiyor. Bu nedenle muhataplık meselesi değerlendirilirken iyi düşünmekte fayda var.