Son günlerde Türkiye’nin en önemli sorunu olan Kürt sorununun çözümü noktasında bir takım iyi niyet girişimlerinin ortaya çıktığına tanık olmaktayız.

Gazeteci Hasan Cemal’in röportajı ile başlayan süreç Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ün açıklamaları ile iyi yönde bir takım adımların atılmasına yönelik umutların da depreşmesine neden olduğunu söyleyebiliriz. Yapılan açıklamalarda sorunun çözümü konusunda kurumların mutabakatlarının bulunduğu deklere edilmesine rağmen öyle görülüyor ki bu ülkede bazı kurum, kuruluş veya yer altı köstebekleri ülkenin sorunlarını çözmesinden pek memnun değiller. Bırakalım sorunların çözümünden sorunların çözümünden konuşulmasından bile rahatsız olan çevrelerin varlığı kendini hissettiriyor.

Kürt sorunu nedeniyle yaşanan savaşta -siz buna ne ad koyarsanız koyun ister düşük yoğunluklu, ister iç savaş, ister ayaklanma deyin ister isyan-4000 köyümüzün boşalmak zorunda kaldığı, milyonlarca vatandaşımızın göç etmek zorunda kaldığı,40 binin üzerinde vatandaşımızın hayatını kaybettiği ve bir o kadar vatandaşımızın yaralandığı bir tablo ile karşı karşıyayız. Cezaevlerinde onbin civarında insanımızın bulunduğunu ve dağlarda bir o kadar insanın varlığı da sorunun vahametini göstermektedir. Kürt sorunu dolayısıyla bu ülkenin bugüne kadar harcadığı para ise 400 milyar dolar civarında.

Kürt sorunu dolayısıyla bu ülke onlarca sınır ötesi operasyon düzenleyerek uluslar arası arenada eleştiri odağı oldu. Halen Kürt sorunundan kaynaklanan çatışmalar nedeniyle sınır ötesinde 3 binin üzerinde (3-5 bin) asker bulunmaktadır. Türkiye nüfusunun %10’luk bölümünü oluşturan bölgede Türkiye silahlı güçlerinin %30’dan fazla bölümü bulunmaktadır.

Kürt sorunundan kaynaklanan çatışmalardan dolayı AİHM de açılan davalarda ülke milyon dolarlarla ifade edilecek tazminatlara mahkûm olmuştur. Bu ülkede bu sorundan kaynaklı onlarca temel sorun oluşmuştur. Bunların en büyüğü ve en tehlikelisi binyıla yakın bir süredir beraber yaşayan halkların düşman kamplara bölünme ihtimalinin çok yüksek seviyeye gelmiş olmasıdır.

Bu tabloya rağmen ülkedeki bazı odakların sorunun çözümüne katkı sunmaması, işi yokuşa sürmesi, kişisel kaygı ve çıkarları nedeniyle sorunun çözümüne yönelik sabote etme yaklaşımları sergilemeleri anlaşılır bir şey değildir.

Sorunun çözümüne PKK varsa ben yokum mantığı ile yaklaşma tarzı endişe vericidir. O zaman sormak lazım çözüm öneriniz nedir? Çatışmalı ortamın bitmesi durumunda sorunu hangi argümanlarla ve yöntemlerle çözeceksiniz? Muhatap olarak kimleri kabul etmeyi düşünmektesiniz? Kürtlerin varlığını hangi metotlarla resmen kabul etmeyi düşünüyorsunuz? Anayasal vatandaşlık kavramını bile içinize sindirebilecek misiniz?

Yoksa bütün bunlar bir yana unutun gitsin, kesin, asın, sürün, sindirin, asimile edin mantığından mı besleneceksiniz?

Türkiye’nin en önemli sorununun adını tekrar eden Cumhurbaşkanını bile hırsızlık sanığı olarak mahkemelere sürmeye çalışma mantığınızın “Kürt sorununa yaklaşımı” ile bir ilgisi var mı acaba? Yıllardır süren ve kapanan bir konuyu yeni bir şeymiş gibi pişirip milletin önüne getirmeye çalışma mantığı yüce adaletin tecellisi olarak mı görülmeli yoksa bir sabote ve tehdit göstergesi olarak mı algılanmalıdır?

Kürt sorununda çözüm yolu görünmüştür. İster kabul edin ister etmeyin ama bu sorun çözümlenmek zorundadır. Bunu ya kendi sorunumuz olarak kabul edip el âleme rezil olmadan kendi içimizde çözeceğiz. Ya da bir birimize düşerek dostun düşmanın maskarası olduktan sonra birilerinin cetveli ve pergeliyle bizi tekrar bölmelerine zemin hazırlayacağız.

Bu ülkeyi ve bu insanları sevmenin ölçüsü ülkenin ve insanların sorunlarını çözmeye yardımcı olmaktır. Çözüme bu kadar yaklaşmışken ele geçen fırsatların heba olmasına ön ayak olmamaktır. Yapmıyorsanız bırakın yapmaya çalışanlar rahat çalışsın. Desteklemiyorsanız kösteklemeyin bari. Ölenlerin sizlerin çocukları olmadığını biliyoruz bari bırakın başkalarının çocukları ölmesin, birbirlerini öldürmesinler.

Bırakın barış olsun artık biraz da mutlu yaşasın bu ülkenin insanlar!