Uzun süreden beri gerçekleştirmeyi düşündüğüm
bir geziden yeni döndüm. Kimi zorunluluktan, kimi de hava değişimi isteğimden kaynaklı bir seyahat oldu benim için. Son dört yıldan beri Kozluk-Diyarbakır arası yolculuklardan az bir soluklanayım istedim. Ölümlü bir dünyadır diye de yıllardır göremediğim birinci dereceden yakınlarımı görme isteği ve ne zamandır uzak kalıp ve özlemleriyle tutuştuğum kardeşten öte kimi arkadaşlarımın yoğun istekleri de buna eklenince başta İzmir, Aydın ve Bursa dolaylarında yaklaşık bir ay dolaştım. Ege’nin yaz sıcakları tam oturmamışken baharın da keyfine diyecek de hani.. Başkaları için öyle olmadığını biliyorum ama her anı hareketli ve çok yoğun geçen bir gezide yazma gücünü bulamadım kendimde, ne bileyim.
      Neyse sonuçta kazasız belasız içim huzur dolu olarak yakınlarımı geride bırakıp Kozuk’a döndüm.
      Gazetelerde belki sorun olmayabilir ancak net sitelerinde “köşe” yazmanın insana yüklediği sorumluluğun ağırlığı daha bir farklı; söz gelimi gazetede izne ayrıldığında yazar, okuyucularına haber verir ve köşen boş kalır yokluğunda. Ama internet sitelerinde yenisi gelinceye kadar son yazın hep köşende durur. Güncellikten uzaklaşan içeriği ve eskiyen başlığı (benim ‘Yumruğun Gözyaşları’nda olduğu gibi) ile okuyucuya sıkıntı verirsiniz.
     Ne ki elden bir şey gelmiyor.
     Bu kısa açıklama özür yerine geçecekse mesele benim açımdan bitmiştir, ama sevgili editörümün homurtusuna hak vermekten öte de yapacak bir şeyim yok tabii.
    
                                      *      *     *
     Ve tabii Türkiye gündemi.
     Baykal-CHP-Kılıçdaroğlu.
     Ne garip! Siyaset denilen işe akıl sır erdirilemez.
          Deniz Baykal’ın kendisi hukukçu. Asistan olarak Siyasal’a geçmişti. Ama biz Mülkiye’deyken kendisi doçent olarak bu fakültede “Siyasal davranışlar” adlı dersi veriyordu. Düşünün, bütün Türkiye onu, (siyasi tarih sayfalarında yerini bulacak “uçkur” hadisesi patlamadan bir gün, bir saat, hatta bir dakika önce bile) iki hafta sonra yapılacak CHP kurultayında “rakipsiz” tek genel başkan adayı olarak biliyordu. Vatandaş-Baykal ilişkisi açısından değişen bir şey olmayacağı için rutin ve hatta gereksiz bir hadise olarak görülmekteydi CHP kurultayı. Öğrencilerine siyasal davranış dersini vermiş bir siyaset adamının günün birinde modern teknolojinin iletişimdeki fırlamalıklardan birinin kurbanı olabileceğini aklından hiç geçirmiş miydi acaba?
                CHP tarihinde çok önemli bir “kırılma”nın yaşandığı açık
     Öyle bir kırılma ki bu, şöyle böyle değil; partinin üzerine çöreklenmiş seksen yıllık “diktatoryal” yapı ortadan çatırdamıştır. Şimdiden, ittihat ve Terakki’nin örgü taşlarıyla döşenmiş bir yapının bir anda yok olacağı anlamı çıkarsanmamalıdır elbet. Ne ki, başındaki modern diktatörü ile Kürt sorununun demokratik çözümüne ilişkin en küçük bir ışıltıyı var gücüyle karartma konusunda gösterdiği çaba ve maharetin bedelini “vaka-i hayriye” bir kasetle ceberut hale gelen bir yapının, görece bir “değişim”e evrilmekte olacağı da yadsınmaz bir gerçek. Bunu bir müjde olarak anlamayın lütfen.
     Üst üste dört genel seçimi kaybetmiş Baykal’la dar alana sıkışan ve yıllardır yüzde yirmilerde patinaj yapan ve salt “ana muhalefet” kıyafetinin verdiği görüntü avantajıyla bu güne kadar tabanını idare etmiş bir partinin, “hayırhah” bir hadisenin yol göstericiliğinde hala bir başka yeniliğe evrilemiyorsa tutun kuyruğundan artık.
     Ortadoğuya yeni bir nizam vermeyi düşünen global kuvvetler, Filistin meselesiyle birlikte başlarını ağrıtan diğer konu Kürt meselesiydi. ABD bu gün ya da yarın er geç tamamen olmasa bile bir şekilde, çekip evine dönecektir. Ama giderken arkasında “stratejik ortak” dediği Irak Kürdistanı ve Türkiye’yi istikrarsız bir halde bırakıp gidemeyeceğine göre keskin bir operasyonla değil fakat olabildiğince iki tarafın da makul göreceği bir “Kürt barışı”nın mutlaka gerçekleştirmek istemektedir. Siz onun her seferinde “PKK hepimizin düşmanıdır” söylemine mi inanıyorsunuz, o işin dışarıya olan zorunlu “diplomatik” cilvesidir. Siz asıl kapalı kapılar ardında nelerin konuşulduğuna bakacaksınız..
     Kürt sorunu illaki çözülecektir.
     Derin ilişkilere akıl-sır mı erer?
     “Vaka-i Hayriye” dediğimiz kaset hadisesi sizce salt bir siyasetçinin yaşamına son vermek için mi üretilmiştir dersiniz; hayır inanmayın! Bakın ve göreceksiniz bununla murat edilenin değişime, Türkiye barışına direnen çok önemli siyasi bir yapının by-pass edilmesidir.
     Bunu dayatan da Demokratik Kürt Özgürlük hareketidir.
     Kürt kapanı dediğimiz olay budur işte!.
     Verdiği akıl almaz bir direngenlikle yıllardan beri Kürt barışına yanaşmayan her iktidarı içine çeken bir “gayya kuyusu”
     Şöyle bir düşünün, geçmiş siyasi iktidarları gözünüzn önüne getirin, kimlerin başını yemedi ki? Demireller, Özallar, Çiller’ler, Erbakan’lar Mesut Yılmazlar…
     Siz AKP’nin şimdilerde “sonsuza dek iktidarda” kalacaklarına dair içlerinde taşıdıkları gizli inanç nedeniyle attıkları tafralara mı bakıyorsunuz, kanmayın; zaten değil midir ki, siyasi tarih sayfaları, böylelerinin nasıl“mevta” olduklarının hikayatları ile doludur.
     Yeri ve günü geldiğinde kaset vakası ne ki?
     Zavallı Baykal, şu satırlar yazıldığında sözcüsü bir yandaşı onun “kaderine kırgın” olduğunu söylüyordu televizyonculara.
     Hayretler içinde dinledim, kulaklarıma inanamadım.
     Demek bu kadar basit ha!
     Yani salt “beline” sahip olamamışlığın cezası mıdır, aklını seveyim senin..
     Öyleyse, o şekil düşünüyorsa eğer, kendisini yutmakta olanın Kürt kapanı olduğunu tabii ki bilemeyecek.. 
            
   
   
    
               
                                                                    
                                                              
                              

- - - -