Ülke giderek sessizleşen bir sürece giriyor. Doğu yakasında da batı yakasında da işin ciddiyetinin farkında olanlar yavaş yavaş da olsa uyarılarını yetkili ve etkili mercilere sunmaya çabalıyorlar.
Olmayan muhalefetten bir şeyler beklemenin bir anlamı olmadığı açık ancak emek ve sol cephenin neredeyse bütün bileşenleri sürecin işlemesi konusunda derin tereddütler yaşıyorlar. Bu konuda bir şeyler yapmak için çabalamaya çalışıyorlar.
Öncelikle suçlu suçsuz ayırımını yapmak sap ile samanın bu kadar karıştığı bir yerde elbette sıfır hata ile gerçekleşmez ancak ortada görünen ve uygulanan yöntemin suçlu aramaktan ziyade belirlenen kesimleri sindirme olarak algılandığından ve uygulama da bundan başka düşündürecek başka bir yol bırakmadığından tereddütlerin dozajı da ister istemez artıyor.
Türkiye’de son dönemde meydana gelen gözaltı ve tutuklamaların sebeplerini irdelediğimizde karşımıza çıkan konu şüphesiz yıllardır çatışmalar sürdürülmek istenen, iç güvenlik konusu olarak algılanmaya çalışılan çözümsüzlükte diretilen Kürt meselesinin çözümüdür.
Çatışma mantığı siyasi diyalog ortamını sindirdiğinden, dillerden çok silahlar konuştuğundan, çözümlerden çok menfaatlerin ve siyasal kaygıların ön plana çıktığı süreçler yaşandığından dolayı kimin elinin kimin cebinde olduğunu ve kimin kime oynadığını anlamakta artık güçlüklerin çekilmesini bile normal karşılar hale geldik.
En sert metotların uygulandığı, tutuklamalar yerine öldürmelerin gerçekleştirildiği, üç kişinin bir araya toplanmasının bile yasaklandığı süreçlerde bile güvenlik konseptli modellerin işe yaramadığını gördük. Bu yöntemler sadece dışarıda yaşanmadı, cezaevlerinde bile AB ve ABD de laboratuar deneyleri sonucunda elde edilen sindirme ve yok etme metotları ülkemize enjekte edilerek egemen zihniyet dışındaki zihniyetler yok edilmeye çalışıldı. Çok modelli ve çok harfli “M;F;L…” cezaevlerinin çokluğu bu modellerin bir sonucudur.
Bütün bu metotlardan sonra son iki yıllık süreçte uygulanan yöntemleri saymazsak ortaya çıkan tablo sorunun siyasal metotlarla silahların konuşmadığı bir ortamda çözümüne yönelik çabaların denendiği bir gerçekliği ifade ediyordu. Ve yapılanlar da bundan farklı görünmüyordu.
1991 tarihinde yapılan genel seçimlerden sonra iktidara gelen SHP-DYP koalisyon hükümetinin Başbakanı Süleyman Demirel’in “Kürt Realitesini tanıyoruz” açıklamasının bir adım ötesi Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın “Kürt sorunu benim sorunumdur” demesi ile boyutlandı ise de her iki sürecin sonuçta silahların susması yerine daha sesli ve daha ölümlü bir şekilde patlamasına yol açtığı görülmüştür.
Dağı bırakıp düz ovada siyaset yapma senaryosu ne yazık ki ovada siyaset yapmaya çalışanlar açısından düz ovada keklik durumuna düşmeye benzemiştir. Düz ovada siyaset çağrısı yapanlar “Düz ovada kekliği avlarlar” türküleri şakırdamaya başlamışlardır.
Peki, bütün bunlar bize ne kazandırır ne kaybettirir?
Adı geçen son süreç içerisinde on bine yakın Kürt siyasetçi veya Kürt siyasetine yakın insan gözaltına alınmış bunların yarısı kadarı da tutuklanmıştır. Bu operasyonların tümünün adlandırılması KCK veya PKK yapılanmaları olarak gösterilmiş ancak bunlarla direkt olarak ilişkisi ispatlanmış ve ceza almış insan sayısı gözaltı ve tutuklamaların çok cüzî bir bölümünü teşkil etmiştir. Kaldiki bundan daha kötüsü gözaltı ve tutuklama furyasının memleketin aydın ve yazarlarına yönelik bir hal alması da kuşkuları artırmıştır. Son olarak yapılan açıklamalara göre yetmişe yakın gazeteci şu anda cezaevlerinde bulunmaktadır. İçerde birçok yazarın bulunduğunu da belirtelim. Hatta siyaset akademisinde ders verdi diye profesörünü bile içeri atan bir ülke konumuna getirildik. Uluslar arası arenada ülkemizi temsil eden yayıncımızı bu sürece dahil ettik. Yayınlanmamış kitaplarından dolayı yazarlarımızı içeri attık.
Doğal olarak bütün bu yaşananlar sisteme olan güveni zedeler bir hale getirdi.
Geçen gün yayınlanan bir bildiride neredeyse bütün Türkiye solunu kapsayan kesimlerin altına imzalarını attıkları bir metin ile BDP’ye yönelik baskılar karşısında sessiz kalmadıklarını ve durumu kınadıklarını belirten bir açıklama yapıldı.
Ardından yarın demokratik emek cephesini oluşturan kesimlerin ortak bir basın açıklaması yapmaları söz konusu. Önümüzde 10-17 Aralık İnsan Hakları Haftası etkinlikleri var. Büyük bir olasılıkla bu haftada da konu değişmeyecektir.
Hükümetin ve ilgili çevrelerin bütün bu olup bitenlere seyirci kalmasının yerinde olmadığını düşünüyoruz. Kimse var mı diye soruyoruz? Kimse varsa lütfen bu ülkenin yurttaşlarının sesine bir ses versinler.