Sinirliyken söylenen, keyifliyken verilen sözün dikkate alınmaması lazım. Çünkü duyguların mantığı yok ettiği dönemleri ifade ediyorlar. Bu anlardaki davranışlar mantıksal süzgeçten geçmediği için sağlıklı sonuçlara varmaz.
Bir atasözümüz ise “keskin sirke küpüne zarar” demektedir. “Öfkeyle kalkan zararla oturur” sözüne yollama yaparcasına.
Şimdi gelelim bunları neden yazdığımıza. Bunları yazıyoruz çünkü etraf sinirden, sertlikten, yakıp yıkmaktan, misliyle karşılık vermekten, savunma adına saldırılar yapma hazırlığından geçilmiyor. Bütün bunları düşünenler, yapanlar ise dışarıdan değil içimizden ve hatta tepemizde bizi idare edenlerden oluşuyor.
Mikrofonu gören yöneticilerimiz mangalda kül bırakmayan açıklamalar, düşmana bile söylenmeyecek sözler, halka telaşa ve umutsuzluğa sürükleyen açıklamalar yapıyorlar. Restleşmelerin, tehditlerin, kem sözlerin bini bir para…
Cumhurbaşkanı taraf olduğunu söyleme gereksinimi duyuyor sanki ülkeye dışarıdan bir saldırı varmış gibi…
Ana muhalefet bu ülkenin derdine düşeceğine başka ülkeleri kimin idare edeceği üzerinden bir iç siyasal yöntem ve yol izleme telaşında. Birilerinin avukatlığını yapıyormuşçasına…
Kürt siyasal hareketi  bugünlere nasıl geldiğimizi unutmuş gibi hareket edip sahip olduğu kitle desteğini alanlara yönlendirirken en önde bulunmayı ne hikmet ise unutuyor.! Sonra ortaya yağmacılar çıkınca yaptığı eksikliği anlıyor ama atı alan ortalığı berbat etmiş artık.
Peki, bütün bunlar neden yapılıyor?
Ülkenin birlik ve beraberliği, kardeşçe bir yaşım,Eşitlik ve özgürlük,Halkların kardeşliği ve insan onurunun korunması ,çağdaş medeniyet seviyesine çıkmak için….?
İyi ve güzel de amaçlanan hedef ile söylenen sözler ve ortaya konan eylem birbirini neden tutmuyor?
Eğer kardeşlik ve birlikte yaşam konusunda hemfikir isek o zaman bu kadar zıtlaşmaya gerek yok. Eğer gerçekten birbirimizi eleştirdiğimiz ve yorduğumuz kadar, birbirimize verdiğimiz zarar kadar birbirimizi över ve yararlandırırsak eminiz ki sonuç bundan farklı olacak.
 O zaman bir ordu ile dolaşmak zorunda olan bir cumhurbaşkanına sahip olmayız.
O zaman misliyle karşılık verilecek sözlerini sarf eden bir başbakanımız olmaz.
O zaman halkı alanlara davet eden siyasi parti yöneticilerimiz farklı amaçlar için alanları tercih eder.
O zaman insanlarımız alana çıkmayı yakıp yıkmak, talan etmek, kendisine ve etrafına zarar vermek olarak algılamaz.
O zaman güvenlik güçlerimiz kendi yurttaşına karşı harekete geçerken “yaşısın IŞİD” demez.
O zaman meclisimiz demokrasiyi kıskaca alan yasalar yerine demokrasiyi geliştirici yasalar için mücadele eder.
Ama bunları yapmıyoruz. Sinirleniyoruz. Sinirlenince mantığımızı yitiriyoruz ve en sonda söylenmesini ve yapılması gerekeni en önce söylüyoruz. Dilin kemiği olmadığı için de sonradan pirinci taşını ayaklamak için çaba sarf ediyoruz. Son pişmanlık fayda etmediği için de keskin sirke küpüne zarar veriyor.
Sözün kısası devletin tepesinden dibine kadar kullanılan dilin, uygulanan yöntemin yanlış olduğunu belirtelim. Kürt meselesinde söz sahibi olanların da artık güç gösterisine dönüşen açıklamalardan uzat durması gerekiyor. Eğer Kürtlerin Türkiye’ye destek konusunda ihtiyacı varsa bunu Türkiye ile kavga ederek talep etmeleri doğru bir yol değil. Tıpkı Türkiyenin Kürtlerin ölmelerini seyretmesinde uyguladığı yanlış politika gibi.
Ateş çemberinde olan bir alanda olduğumuzu unutmayalım. Birbirimizle uğraşma yerine bu ateşten nasıl korunması gerektiği konusunda kafa yorsak, bize ve kardeşlerimize zarar verenlerle nasıl ortak mücadele edeceğimizi düşünsek daha faydalı olacak.  Gemi yanarsa hangi köşede kaldığınız hiç önemli değil. Çünkü eninde sonunda siz de yanarsınız. Ya da atlayıp boğulursunuz!