Kenya bir Afrika ülkesi. Uluslar arası istihbarat örgütlerinin cirit attığı arka bahçe gibi bir ülke. Ekonomik durumu da o kadar iyi değil elbet. Kürtlerin Kenya ile tanışmaları ABD ve Avrupa Merkezli operasyon sayesinde oldu. Konu ve konuk ise Abdullah Öcalan. Kenya’nın başkenti Nairobi de bulunan Yunanistan büyükelçiliğine götürülen Öcalan, adeta paketlenerek Türkiye’ye teslim edildi. Bu operasyondan sonra da birçok insan Kenya’nın varlığından haberdar oldu ve adına türküler bestelendi. Ama bizim şimdi anlatmak istediğimiz olay bu değil. Kenya’nın başkentinde meydana gelen saldırı. El Kaide bağlantılı El Şebab’ın bir AVM ye yaptığı ve en az 39 kişinin öldürüldüğü ve 293 kişinin yaralandığı vahşet.

Olay haber kaynaklarına şu şekilde yansıdı; “Kenya’nın başkenti Nairobi’de dün lüks bir alışveriş merkezine düzenlenen kanlı baskında en az 39 kişi öldürüldü, en az 293 kişi yaralandı. AK-47 tipi tüfekli, maskeli 10’dan fazla saldırgan, Nairobi’nin merkezinde zengin Kenyalıların ve yabancıların gittiği Westgate alışveriş merkezine baskın düzenleyip alışveriş yapanlara, yemek yiyenlere, mağaza çalışanlarına rastgele ateş açtı.

EL ŞEBAB: uyarmıştık
Saldırıya yemek yerken yakalanan Hollanda Büyükelçiliği’nde görevli Rob Vandijk, el bombalarının atıldığını, insanların çığlıklar içinde kaçıştıklarını söyledi. Saldırının sorumluluğunu üstlenen Somali’deki El Kaide bağlantılı El Şebab, “Kenya’yı birçok defa Somali’deki askerlerini çekmezse ağır bedel ödeyeceği konusunda uyarmıştık” açıklaması yaptı. Örgüt, saldırı öncesi Müslümanların binadan çıkartıldığını ve sadece Müslüman olmayanların hedef alındığını da savundu. AP’ye konuşan görgü tanıkları da saldırganların Müslümanların binadan ayrılmasına izin verdiğini iddia etti. 39 Kişi de rehin alındı…..”

İlginç olan bu örgütün İslam ile bağlantılı olan ve dünyanın her tarafında İslam adına hareket ettiğini belirtip bu tür eylemler yapması. Yarattığı imaj ise malum. Bu örgüt sadece Kenya’da bunu yapmıyor. El Nusra’nın Suriyede ve Rojava da yaptıkları, yine Afganistan ve diğer ülkelerdeki eylemleri biliniyor.

Şimdi gelelim konunun bizimle olan bağlantısına. Konunun bizimle olan bağlantısı ortaya konan vahşet ve boyutu ile ilgili.

Son 8 aylık dönem içerisinde bölgede Çözüm süreci çalışmaları sayesinde sağlanana ateşkes sayesinde çatışma ve ölüm haberleri almıyoruz. Bu durum sevindirici ve desteklenen bir durumancak bu durum toplumun ötelenen sorunlarının yeniden su yüzüne çıkmasına ve toplumsal sorunlar olarak devam etmesine de zemin hazırlamış gibi görünüyor. Bu konunun ana ekseninde ise ki mesele yatmaktadır.

1-      Toprak davaları

2-      Kan davaları

Her iki konuda toplum genelinin algısı eskiye oranla değişmiş durumda. Yani toplum artık ne kan davalarının sürmesini ne de toprak davalarının kan davasına dönüşmesini istiyor. Ancak sorunlar o kadar sarmal bir hal almış ki bazen içinden çıkmak mümkün olmuyor ve olmaz denilen birçok şey olur hale geliyor.

Bu konuda yaşadığımız durum tam bir vahşet olarak karşımızda duruyor. Olayı bilmeyen El kaide unsurlarının saldırısını düşünecek ancak son yaşananlar bu konuda çok da el kaidenin aratılmadığını da gösteriyor.

Muşta ortaya çıkan ve Mardin de biten cinayetleri biliyorsunuz. Her çatışmada öldürülen insanların sayısı artık beşler onlarla ifade ediliyor.

Muş,

Diyarbakır Bismil,

Hazro,

Batman,

Mardin …..

Liste her gün artıp gidiyor.

Meydana gelen her çatışmada öldürülen insanların sayısı 5-8 arası yaralı sayısı ise onlarca. Çünkü bu çatışmalarda silahlar kullanılıyor ve vicdan insanların beynindeki kin karşısında iflas ediyor. Son pişmanlık elbette para etmiyor ve insanlar ortaya çıkan mağduriyet sayesinde biraz daha öfkeli hale geliyorlar. Peki, sorunun kaynağında ne var. İki temel sorun yani Toprak meselesi ve Kan davası.

Bismil’de aynı aileden 8 kişinin öldürülmesine neden olan olay toprak meselesinden, Mardin’de insanları cezaevi önünde çocuk kadın öldürtmeye yöneltecek kadar insanlıktan uzaklaştıran ise kan davası meselesinden.

Peki, bu sorunlar çözülemiyor mu?

Elbette çözülebilir ancak öncelikle devlet denilen mekanizma ile toplumun kanaat önderleri ve dinamiklerinin harekete geçme zahmetinde bulunması gerekiyor. Bu saatten sonra olacak bu tür meselelerin sorumlusu bu iki mekanizma olacak. Çünkü devlet çoğu hazine adına kayıtlı olan topraklarla ilgili bir çözüm yaratmıyor. Yargıya giden konular sürüncemeye bırakılıyor ve davalar yıllarca hatta on yıllarca sürüyor. Yargıdan umudunu kesen vatandaş da kendi yöntemlerini uyguluyor ki sonuç görüldüğü gibi bir vahşet manzarası oluyor.

Kan davalarında da durum böyle. Eğer toplumsal dinamikler davetiye bekleme yerine sorunu öğrenir öğrenmez olaylardan sonra ortaya koyduğu duyarlılığı ortaya koyarsa yeni ölümler olmadan sorunlar çözülecek ancak kimse rolünü gereği gibi oynamıyor ve sorunlar büyüyor.

Durum ortada Kenya’da El Şebab katliam yapıyor bizde de biz. AVM merkezine yapılan saldırı sonucu ortaya çıkan vahşet tablosu ile Bismil, Hazro ve Mardin de ortaya çıkan vahşet tablosu arasında ne fark var?