Bakanlar kurulu tarafından imzalanan ve büyük umutların beslendiği görülen Kamu düzeni ve güvenliği müsteşarlığının kurulması kararı içişleri bakanı Sayın Atalay tarafından kamuoyuyla paylaşıldı. Komisyonlardan acilen geçirilmesi ve TBMM de kabul edilmesi ile yasallaştırılması beklenen teşkilatın ülke stratejilerinin belirlenmesinde yön verici olarak düşünüldüğü gözlemleniyor.

Merak edilen konu bu müsteşarlıkla amaçlanan yapının yeni bir “olağanüstü hal uygulaması” çalışması olup olmayacağıdır. Düşünce ve oluşum evresinde konunun sürekli olarak “Terörle etkin mücadele”de kullanılacak yeni bir yapı olarak lanse edilmesi bu düşünceleri tetiklemektedir.

Kurum ile ilgili dile getirilen istihbaratın tek elde toplanması ve değerlendirmesi fikrinin hayata geçirilmesi çok da kolay olmayacak gibi. Yanlış anlamadıysak müsteşarlık içişleri bakanlığına bağlı olarak çalışmalarını yürütecektir.İlk anda dikkatleri çeken olgu MİT gibi ülke güvenliğinin ve istihbaratının temel taşlarından olan ve Başbakanlığa bağlı olan kurumun yeni müsteşarlıkla ilişkilerinin nasıl düzenleneceğidir?

Jandarma Genel Komutanlığa bağlı olan istihbarat çalışmasının da Genel Kurmay bağlantısı ile Başbakanlığa bağlı olduğunu düşündüğümüzde bu kurumun da İçişlerine bağlı olan yeni müsteşarlıkla ilişkilerinin düzeni merak konusu olmaktadır. Bu temelde en az sorun yaşayacak olan kurumun Emniyet istihbarat birimleri olacak gibi görünüyor. Çünkü İçişlerine bağlı olarak çalışmalarını sürdüren tek kuruluş kendileri.

Bu durum eğer müsteşarlık sadece bölgeye yönelik çalışmayacaksa bazı yetki çatışmalarını gündeme getirebileceğini düşündürmektedir.Bu durumun da yasanın Meclisten çıkması ile net olarak anlaşılabileceğini söylemek mümkündür.

Müsteşarlık isminin terörle bağlantılı olarak konmaması işin en yapıcı yönü olarak görünüyor.

Kamu düzeni ve Güvenliği müsteşarlığının bir istihbarat toplama teşkilatı olmasının yanı sıra bir strateji belirleme merkezi olarak düşünülmesi bundan sonra oluşturulacak olan politikalarında daha bilimsel verilere dayanması yönünde umutları da yeşertmektedir. Tabi bunu pratikteki uygulamalarla görmek gerekmektedir. Bugüne kadar strateji belirleme adına kurulan ya da faaliyet gösteren kurumların çıkan sonuçlar karşısında pek başarılı olduklarını söylemek mümkün değil. Yeni kurumun bu durumun bilincinde olanlar tarafından kuruluyor alması da ayrı bir olgu olarak karşımızda duruyor.

Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının kurulması haberinin verildiği toplantıda konuşan İçişleri Bakanı Atalay’ın Başbakan Tayip Erdoğan’ın 2005 tarihinde Diyarbakır’da söyledikleri sözlerinin arkasında olduklarını belirtmesi yeni stratejinin yönünü de işaret etmekteydi. Hatırlarsanız o dönemde Sayın Başbakanın Kürt sorununu telaffuz etmesi ve uygulamada Devletin hatalarının da bulunduğunu belirtmesi üzerine AKP’nin bölgede birinci parti olarak sandıklardan çıkma başarısını göstermesine neden olmuş ardından bu sözlerin unutulması ile bu birincilik DTP’ye sunulmuştu.

Kürt sorunu konusunda ülke çok hassas bir süreç yaşamaktadır. Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının öncelikle bu hassas sürecin en iyi şekilde değerlendirilmesi için çaba göstermesi gerekecektir. Sorunların sonuçlarına odaklı yöntemlerle politika belirleyenlerin başarılı sonuçlar almadıkları ortadadır. O zaman sorunların nedenleri üzerinde duran ve bu nedenlere en uygun çözümler öneren politikaların geliştirilmesi gerekmektedir. Bunun için de acilen üzerinde durulması ve düşünülmesi gereken konu silahların susturulmasına sağlayacak ve ardından diyalog ortamının gelişmesine vesile olacak politikaların oluşturulmasıdır.

Devlet olarak, Millet olarak, birey olarak kendimizle yüzleşmemiz gerekmektedir. Ancak kendimizle yüzleşebilmemiz için öncelikle silahların susturulması gerekmektedir. Barış ortamının zeminini hazırlamak için diyalog ortamının geliştirilmesi gerekir. Bu işin operasyonlarla, katliamlarla, intiharlarla, saldırılarla bitmeyeceği herkesçe kabul edilen bir gerçektir. Bu devleti bu milleti sevme iddiasında bulunanlar önce bu sevgilerini ispat etmek zorundadırlar. Bu ispatın yolunun da ölmekten değil yaşamaktan geçtiğini kabul etmeliyiz. Dağda, bayırda. Toprak altında, kuyularda velhasıl aklınıza neresi geliyorsa orada toplu mezarlar gerçeği ile karşı karşıyayız. Bu ayıbı daha uzun süre taşıyamayız. Bu ayıbı daha fazla gizleyemeyiz. Bir birimizi öldürerek de bir yere varamayız. İdealleri için savaşmayı, ölmeyi göze alanların idealleri için devletleri için milletleri için ortak tarihi mirasları için barışmayı da göze almalarını beklemekteyiz.

Kamu güvenliğinin temeli kamu güveninin kazanmaktır. Bunun da kemik toplattırılarak sağlanamayacağı bilinmelidir. Yeni bir umut olması dileğiyle…