7 Haziranda Türkiyenin önümüzdeki dönemde yönetimini üstlenecek olan kadroları belirlemek için sandık başına gideceğiz. Demokrasilerin olmazsa olmaz kuralı seçime gitmektir. Halk kullandığı oylarla kendisini kimin yöneteceğini seçecek.
Tabi bu seçim yapılırken hangi siyasi partinin millete ne vaat ettiğini de görmezlikten gelemiyoruz. Çünkü vatandaş rahat ve huzurlu bir yaşam için yönetim seçmek istiyor. Kimin ülkeye istikrar ve huzur getireceğine, kimin ülkenin geleceği konusunda iyi işler yapacağına inanıyorsa ona desteğini verecek.
Hal böyle olunca da siyasi partilerden ve yöneticilerinden beklenen bu söylenenleri nasıl sağlayacakların belirten parti programlarını ve hedeflerini vatandaşa aktarmalarıdır. Tartışmaların bu bildiri, açıklama ve programlar çerçevesinde yürütülmesidir. Lakin bizde öyle olmuyor.
Bizde tartışmalar taraftarlık üzerinde yürüyor. Kim kimin tarafında ise onun dediğini doğru diğerinin açıklamalarını yanlış olarak yorumluyor. Bunda siyasilerin katkısını unutmamak gerekiyor. Çünkü siyasiler parti programları yerine diğer siyasilerin söylemlerine odaklanıp adam yıpratma politikası güdüyor.
Malum ülkemizde birçok parti seçime girip parlamentoya girme çabası göstermektedir ancak bunlardan ancak birkaç tanesi antidemokratik %10’luk barajı aşarak meclise girebiliyor. Antidemokratik bir uygulamadır diyoruz çünkü bunu hükümet başta olmak üzere herkes kabul ediyor ancak bu genel kabule rağmen hükümet bu barajın düşürülmesi için gerekli adımları atmadı. Dolayısıyla bu baraj çoğunluğu elde eden partilerin işine geldiği için de kaldırılmıyor. Bu durum bir nevi vatandaşa sen ne dersen de, seni kimi seçersen seç, eğer milyonlarca tercih yapamıyorsan ve milyonlardan destek alamıyorsan sana rağmen seni ben temsil edeceğim demek oluyor. Yani seçime girdiği halde barajı aşamayan komünist partinin temsilcisi parlamentoda çoğunluğu sağlayan parti oluyor! Bu partinin sağcı, muhafazakâr ve dinci bir parti olması işin tezatlığının resmi olarak ortada duruyor. Bu durum tam tersi de oluyor elbet.
Seçim yaklaştıkça anketler ortaya döküldükçe siyasilerimizin birbirlerine karşı olan eleştiri dozu da artmaya devam ediyor. Mangalda kül bırakmayan siyasilerimiz ülkenin gerilimini artırmak için ellerinden gelene artlarına bırakmıyorlar.
Malum ülkenin sorunları iktidarın bütün söylemlerine rağmen parlak değil. Yıllardır istikrar sürsün diye verilen desteğe rağmen ne istenen düzeyde bir kalkınma başarıldı, ne enflasyon istenen oranı indirilebilindi, ne adil bir gelir dağılımı gerçekleştirildi, nede çözüm süreci başarıya ulaştırıldı. Tam aksine yolsuzluk, yargıdaki gelişmeler, paralel devlet tartışmaları ülkenin temel sorunları haline geldi. Hükümet her kıpırdanışı kendisine karşı girişilen bir darbe girişimi olarak algılıyor. Önce askeri vesayet meselesi ardından paralel yapı ve en son yargıdaki durum böyle yorumlandı.
Bütün bu tartışmaların hükümet kanadından bir kan kaybına neden olduğu artık görülüyor. Hükümet ilk kez %50’nin altında kalacağını kabul ediyor ve oylarının azalacağını görüyor. Bu da ister istemez bir sertliğe neden oluyor.
Normal şartlar altında böylesi bir durumda iktidarın ana muhalefet partisi veya partilerine yüklenmesi beklenir. Yani normalde iktidarın en fazla CHP ve MHP’ye yüklenmesi beklenir ama söylem ve açıklamalar bunu doğrulamıyor. Çünkü iktidarın son günlerdeki açıklamaları bu eleştirilerin HDP’ye yöneldiğini gösteriyor.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Batman’da, Başbakan Ahmet Davutoğlu Osmaniye’de, Enerji Bakanı Taner Yıldız Kayseri’de yaptıkları açıklamalarda HDP’ ye yüklenmeyi birinci öncelik olarak belirlediler. Oysa HDP şu anda barajı aşmak için mücadele eden bir siyasi parti. Türkiye partisi olmak için büyük çaba sarf ediyor ve bunu ispatlamak için yurdun dört bir köşesinde bürolarına yapılan bütün saldırılara rağmen mücadele yürütüyor. Hal böyle iken iktidarın HDP ile olan imtihanı neden kaynaklanıyor. İktidar HDP’ye neden bu kadar yükleniyor. Üstelik bu yüklenmeler milletin en hassas değerleri üzerinden yapılıyor.
Malum dinin siyasete alet edilmesi yasak lakin Cumhurbaşkanı Erdoğan eline almış olduğu Kur’anı kerimi gösterip Batmanda HDP’yi Zerdüştlükle suçluyor. Hatta bu partinin Diyarbakır müftüsünü aday yapması bile onun hızını kesmiyor. Başbakan HDP’yi Kudüs’ü Yahudilerin kutsal kenti olarak tanımladığı için eleştiriyor ve Selahattin’i Eyyübi’yi örnek aldığını belirtiyor. Sahi sormak lazım Selahattin’i Eyyübi Kudüs Yahudiler için kutsal bir kent değil demiş miydi?
İktidarın bu kadar sert ve acımasız bir şekilde bu partiye yüklenmesinin altında mutlaka önemli gelişmeler yatıyor. Çünkü eğer HDP meclise girerse o mecliste kimse antidemokratik bir şekilde at koşturamayacak. Silahların susması için güçlü bir parlamento yapısı oluşacak. Yeni bir anayasa için güçlü bir destek ortaya çıkacak. Adil ve hakça bölüşüm için çabalar daha yoğun olacak. Bu durumda da herkesin sevinmesi gerekiyor.
Bizler Türkiyenin sorunlarının demokratik yollarla ve parlamento çatısı altında çözümlenmesini savunmuyor muyuz? O halde HDP’nin meclise girme ihtimali neden bu kadar rahatsız ediyor.