İnsanı diğer varlıklardan ayıran özelliklerinin başında düşünme yetisinin yanında ortak bir dilde buluşma veya konuşma yetisi sayesinde düşüncelerini ifade edebilme yeteneğinin varlığıdır.
Ancak insanlık tarihini incelediğimizde insanların düşüncelerini ifade ederken güçlülerin çıkarlarına aykırı bir ifade yöntemini seçmeleri durumunda yolunmuş kaza döndüklerini de sıkça görmekteyiz.
Evrensel insan hakları terminolojisinde insanların düşüncelerini ifade etmelerinin baskıya neden olmaması gerektiği görüşü hâkimdir. İstisnai durum görüşlerin ifadesi ile şiddetin ortaya çıkmasıdır. Yani şiddete dönüşme durumu tasvip edilmez. Ne yaman çelişkidir ki beğenilmeyen düşünceler ya da şiddet içeren düşenceler ortaya çıktığında uygulanan alternatif ise yine şiddettir. Buradaki istisna ise şiddeti önleme adına şiddet veya özgürlükten yoksun bırakmanın meşru olarak görülmesidir.
Sonuç olarak dememiz odur ki şiddete dönüşmeyen her fikrin kabul edilsin veya edilmesin ifade edilmesine karşı çıkılmaması gerekir. Çağdaş demokratik sistemlerde bu kural olmazsa olmazlardan birisidir. Bireyin veya toplumun fikir ve ifade özgürlüğü yukarıda saydığımız gerekçe dışında hiçbir şekilde engellenemez. Engellenirse bunun adı baskı olur.
Demokrasi dışı yönetim modellerinde ifade özgürlüğü söz konusu değildir. Çünkü öylesine sınırlandırılmış ve müdahale edilmeye müsait bir hale getirilmiştir ki yönetim aleyhindeki her ifade ifade edenin canına yönelen baskıya dönüşür. Söz ve karar sahibi merci yönetim mekanizması veya yöneten kişidir. Kral, Şah, Padişah, Diktatör, Han veya adına başka şeyler diyebileceğimiz yönetim şekilleri ya da grupları.
İfade özgürlüğünün olmadığı yönetim yerlerinde geçerli olan anlatım şekli şiddet ve güçtür. Güçlü olan haklıdır!  Kuvvete sahip olan haklıdır! Güç kimdeyse onun dediği olur. Muhalefetin yaşam şansı yoktur. Tek düze bir yapı vardır ve herkes buna uymak zorundadır. Direnmek; tutuklanmak, sürülmek veya ölmek anlamı taşır.
Derdinizi, sorunlarınızı, sıkıntılarınızı, gidişatı ifade etmeye çalıştığınızda yönetim erki ya da güç sahibi sizi anında derdest edip ifade vermeye zorlar. Bu noktadan sonra da ne ifade ettiğinizin anlamı kalmaz. Tehlikeli kişi olarak görüldüğünüzde yeriniz demir parmaklıkların ardı ya da toprağın altıdır.
Böylesi yönetim modellerinin geçerli olduğu coğrafyalarda insanlar temel hakları olan mutlu olma, mutlu yaşama, kapasitelerinin gereği gibi hak sahibi olma gibi haklardan yoksun yaşamak zorunda kalırlar. Düşünme yetileri ve yetenekleri oranında değil kendilerine müsaade edildiği kadar düşünme ve yaşama hakkına sahip olurlar. Bu insanlık değerleri ile çelişen bir durumdur ve çağdaş yönetim modellerinde kabul görmemektedir. Hakkaniyete de uygun değildir.
Yönetim şekli olarak demokrasiyi ve demokratik yapıyı seçen ülkelerin diktatörlük yöntemlerini benimsemeleri doğru bir yaklaşım olmaz. Sorunların ifade edilmesi karşısında sabır gösterilmesi ve çözüm bulunması doğru olan yaklaşımdır.
Demokratik ülkeler düşünce ve ifade özgürlüğünü kısıtlayan veya ortadan kaldıran yasal düzenlemelerden uzak durmak zorundadırlar. Özel yasal düzenlemeleri tasvip etmedikleri gibi özel yargılama modellerini ve kişiye özel yargılama yöntemlerini hayata geçirmezler. Medet umup sayesinde iktidara geldikleri demokratik yöntemleri ortadan kaldırmaya yönelmez, kullandıkları iktidar erkini kendilerini sürekli orada tutacak amaçlar için kullanmazlar. Kendi ülkelerinde yaşayan insanları “ ifade vermek değil ifade etmek istiyorum” gibi sloganları afişe etmelerine neden olmazlar. İfade etmek kutsal bir haktır. Bu hakka saygı duyarlar!