Her yetişkin insanın içinde büyümeyen bir çocuk vardır. Bu belki büyümek için yeterli deneyimlere sahip olamadığından belki de yetişkinliğimizde omuzlarımıza yüklenen ağır sorumlulukların altında ezilmemek için bizleri dengeleyen ve yaşamın her anında ufak tefek şeylerle bile sevinebilmeyi, gülebilmeyi sağladığından mıdır bilinmez ama hepimizin içinde büyütmediği ya da büyütemediği bir çocuk var.

Çocukların bazen çok küçük şeylerle bile fazlasıyla sevindiğini sanırım hepimiz tecrübe etmişizdir. Bazen ufak bir şekerle bazen de kâğıttan yaptığımız bir uçakla bile çokça sevindiklerini birçok kez görmüşüzdür. Bu durum zaman zaman biz yetişkinler için de böyle değil midir?

Bazen bizler de çok küçük şeylerle çok büyük mutluluklar yaşamıyor muyuz? Minik yavrularımızın bizim için çizdiği ve çoğu zaman hiçbir şeye benzetemediğimiz resmimiz gibi…

Aynı şekilde örnek verecek olursak eşimizin sevdiğimiz bir yemeği hazırlaması ya da eşimize söylediğimiz güzel bir söz bile bizleri çocukluğumuzdaki gibi ziyadesiyle mutlu etmiyor mu?

Aslında ne var biliyor musunuz? İçimizdeki güçlü yaşama sevincini yaşadığımız en acı tecrübeleri bile çabucak unutturan, olumsuz her durumda bile bizi ayakta tutan içimizdeki çocuksu yanımız değil de nedir?

Küçükken hatırlar mısınız? Bizler de pek çok kez yaptığımız resimleri, çamurdan yaptığımız araba ve telsizleri ya da ilk defa biz keşfetmişiz gibi gördüğümüz çeşitli varlıkları büyük bir heyecanla baba bak! Anne bak bak! Diye  ellerinden çekiştirip durduğumuzu…

Peki ya şimdi…

Yetişkinler olarak çocukluğumuzdan farksız bir şekilde pek çok kez yediğimiz, içtiğimiz, gezdiğimiz etkinlikleri sosyal medyada paylaşırken ilk defa keşfetmişiz gibi bir heyecanla paylaşmıyor muyuz? Küçükken anne ve babamızın ilgisine, takdir ve onayına ihtiyaç duyarken şimdi de arkadaşlarımızın ve daha başkalarının onay ve takdirini kazanmak için çabalayıp durmuyor muyuz?

Burada asıl acı olan nedir biliyor musunuz? Tüm bunları bilmemize ve içimizdeki büyütemediğimiz çocuk olmamıza rağmen yetişkinler olarak maalesef çocuklarımızın içlerindeki bu güçlü yaşama sevincini, heyecanını anlayamıyor ve onlarla empati kuramıyor oluşumuzdur.

 Acaba, biz yetişkinler şu sıralarda anne ya da babası olduğumuz çocuklarımızın da bu çabalarını görebiliyor ve o anki heyecan ve duygularına tanıklık edip onları takdir ederek onaylıyor muyuz?

Yetiştirdiğimiz her çocukla aslında kendi içimizdeki çocuğu da büyütmüyor muyuz?

Aldığımız her oyuncakta kendi çocukluğumuzda eksikliğini hissettiğimiz bir duyguyu bastırıp telafi etmeye çalışmıyor muyuz? Ya da içimizdeki büyümeyen çocuğun yeni şeylere doymak bilmeyen bir iştahla sahip olma dürtüsünü tatmin etmeye çalışmıyor muyuz?  Çocuklarımızla o oyuncaklarla oynarken bir an için yetişkin olduğumuzu unutarak çocukluğumuzdaki gibi oynarken içimizde yarım kalmış duyguları açığa çıkarmıyor muyuz?

Tüm bunlar belki de bu yaratıcının anne-babaların kalbine yerleştirdiği bir duygudur. Çocuklarımıza şefkat ve merhametle sahip olabilmek, yapacakları hatalara karşı her zaman onların yanında olabilmemiz, onları anlayabilmemiz ve onlarla güçlü bir empati kurabilmemiz içindir.

Hatta öyle anlar oluyor ki onları yetişkin, kendimizi çocuk olarak görmüyor muyuz? Kimi zaman kendimiz kaybettiğimiz asabi olduğumuz zamanlarda yaptıkları yaramazlık sonrası belki de kızıp dövdüğümüz oluyor. Sonrasında büyük bir olgunlukla sanki biz hatalı değilmişiz gibi gelip özür ve af dilemiyorlar mı? İşte o zaman gösterdikleri bu masum, duygu yüklü davranışlarla bizi utandırmıyorlar mı? Onlara olan sevgimiz o an bin kat daha fazla artmıyor mu?

Sonuç olarak çocuklarımızı daha iyi anlayabilmek, onlarla iyi bir iletişim kurmak, duygusal yönden sağlıklı ve sağlam karakterli çocuklar yetiştirebilen ebeveynler olabilmek için içimizdeki çocuğa zaman zaman yüzümüzü dönüp biraz olsun kulak vermeli değil miyiz?