Bölgemizde yaşanan vahim olaylar hepimizin psikolojisini bozdu, bozmaya devam ediyor…


Günlerce ve hatta aylarca Diyarbakır Sur, Cizre ve Silopi’de yaşanan büyük acılarla yatıp kalktık.


Hemen hemen her gün acaba bugün kaç insanımızı yitirdik diye telaşla internet haberlerine baktık…


Sadece Cizre’de yaşananlar bile bu ülkede ibret alınması için yeterli idi. İnsan haklarının taraflarca askıya alınmasıyla yaşananlar üzerine ileride kitaplar yazılacağına kesinlikle inanıyorum…


Daha kemik gelişimlerini tamamlamamış, bıyıkları terlememiş çocukların omuzlarına keleş ve roketatarlar koyup, insansız hava araçlarının yakın çekim izlediği çok güçlü patlayıcılarla mayınlanmış alanlarda, hendek ve barikatların arkasına bile bile ve açıkça ölüme göndermeyi bugün için yazmaktan çekinenler olacaktır…


Yine birileri tank ve top atışlarıyla dövülen, harabeye çevrilen kent gerçeğini belki bugün açıkça yazmaktan, ceberut devleti eleştirmekten çekinecektir…


Ancak burada açıkça belirteyim; bir gün gelecek hem örgütün zulüm ve dayatması, hem ceberut devletin halkı cezalandırmasını içeren sözde kamu güvenliğini sağlama içerikli yanlışları tarihi kitaplara geçecektir…


Evet, akıl tutulması devam ediyor…


GÖÇERTİLEN YOKSUL HALK…


Sur ve Cizre’de yaşananlardan sonra İdil’de hendek ve barikatların dayatılması gerçekten akıl tutulmasından başka bir şey değildi.


İdil ile yetinilmedi,


Yüksekova,


Nusaybin,


Şırnak ve ardından Diyarbakır Bağlar’da da yeni hendek ve barikatlar dayatıldı…


Şu anda 500 bin bölge insanı, beş yüz bin yoksul insan evlerini terk etmiş durumdadır…


Başka kentlere sığınan ve bir paket kuru gıdaya muhtaç edilen halkımız gerçeği ortadadır…    


Sur’dan kaçan yoksulların çoğu Bağlar’daki mahalleye sığınmıştı…


O çilekeş ve yoksul halk bir kez daha göçertildi…


Biliyor musunuz; Sur’a sığınanların çoğu Olağanüstü Hal döneminde köylerinden kaçan insanlardı.


Sur’dan sonra Bağlar’a kaçıp sığındılar, şimdi ise oradan başka yerlere kaçıyorlar…


Göç devam ediyor…


Şu anda Nusaybin,


Şırnak,


Yüksekova


ve Bağlar halkının ekseriyeti gözyaşları arasında evlerini terk etmiştir…


Buralarda nelerin yaşanacağını maddeler halinde sıralayabilirim…


YAŞANACAKLARI BİLMEK KEHANET DEĞİLDİR…


Göreceksiniz her gün farklı acı haberler duyacağız.


Kadınların, çocukların ölüm haberlerini okuyacak, beyaz bayraklar gerçeğine tanık olacaksınız…


Yine sokağa çıkma yasaklarının kaldırılması için yapılacak hamleler ve gerilimler ile ilgili haberleri izleyeceksiniz.


Tank ve top atışlarıyla harabeye çevrilecek yerleşim yerlerinin Suriye ile kıyaslanması tartışma konusu olacaktır…


Şu anda sokağa çıkma yasağının olduğu yerleşim yerlerinde yaşanacakları şimdiden burada yazabilirim. Gelecekte yaşanacakları bilmek, kehanet değildir…


Görünen köy kılavuz istemiyor.


Cizre’de 9 gün süren ilk sokağa çıkma yasakları ve hak ihlalleri ardından ‘sürdürülebilir’ olmayan yöntemlerde ısrar edilince kaleme aldığım yazıda kimsenin o halkı kahraman ilan edip, pohpohlamamasının önemine dikkat çekmiştim.


Ne yazık ki kimse yazılarımızı, uyarılarımızı dikkate bile almadı…


Cizre’de bu kez daha vahim sonuçların yaşanacağı konusunda önceden kaleme aldığım yazım arşivde duruyor. Dediklerim çıktı ne yazık ki…


Yine Nusaybin’e gidip yerinde gözlem yapmıştım. Nusaybin halkının 14 günlük yaşadığı büyük acının ardından izlenimlerimi buradan paylaşmıştım.


Ne yazık ki ısrarla Nusaybin’deki hendek ve barikatlar gündeme taşındı. Bazı televizyonlar durmadan Nusaybin’de yükseltilen barikatlar ve kazılan hendekleri haberleştirdi…


Her gün tahrik içerikli bombalamalarla Nusaybin’e abluka davetiyesi ilan edildi…


O konuda da uyarılar yapmıştım. Sonuçlar ortada…


İbret dersleri ile dolu bölgemizdeki talihsiz gelişmeler halkasına her gün yeni halkalar ekleniyor ne yazık ki…


Bunun sürdürülebilir bir durum olmadığı gerçeği de gözler önündedir…


Hendek ve barikatlar, sokakların, mahalle aralarının mayınlanması bir hak arama yöntemi olamaz. Bunu açıkça deklere ediyorum.


Aynı şekilde tank ve top atışlarıyla yerleşim yerlerinin dövülmesi, mahallelerin yerle bir edilmesi de kabul edilemez. Devlet bunu yaparak haklı olduğunu kabul ettiremez…


Daha çok ölüm,

daha çok cenaze,

daha çok yıkım,

daha çok göç,

daha çok acı,

daha çok gerilim,

daha çok kin ve nefret ülkeyi büyük bir tehlikeye sürüklemektedir…

Bu gerçeğin görülmesi gerekiyor.         


Mazlumder genel merkezinin önceki gün yaptığı açıklamanın son paragrafı, bence en önemli hamle olarak düşünülmelidir. Mazlumder’in Öcalan ile ilgili önerisi ile bitireyim: “Şehirlerimizi Suriye’ye benzeten bu çatışma manzaralarını durdurma çağrısı yapabilecek olan en güçlü aktör Abdullah Öcalan, İmralı cezaevinde bulunmaktadır. Bu yıkımın durdurulması noktasında devletin, böyle bir çağrı yapması için gerekli iletişimi kurmasını ve iletişim kanallarını açmasını hayati derecede önemli görüyoruz.”