Ağacımın yaprakları bir bir dökülüyor, bu dökülmelerle bende de bir hal oldu. Hüzne kapıldım, endişelendim ve galiba iyiler kazanmayacak gibi bir algı oluşmaya başladı bende!
Her şeyi göz önüne alarak kurduğum büyük hayallerle 2005’te Üniversiteye gazetecilik bölümüne yerleştim. Gazeteciliği seviyordum, gazeteler doğruları yazıyordu(!), halktan yanaydı(!) ve böylece ben de bu doğrultuda hareket edip cesur ve başarılı bir gazeteci olacaktım. İşte bu idealist hayallerle yerleşmiştim Türkiye’nin en iyi iletişim fakültesine; ama işin içine girince realitenin hiç de böyle olmadığını gördüm ve aslında gazetelerin halkı nasıl da gerçeklerden, doğrulardan mahrum bıraktığını öğrendim.
Medya analizi dersimiz vardı. Ve bu derste herkesin bir gazetesi; kiminin Zaman, kiminin Özgür Gündem, kiminin Cumhuriyet-Hürriyet, kiminin Vakit, kiminin de Ortadoğu gazetesi ve bir de benim gibi hiç gazetesi olmayan öksüz bir grup vardı.
2007 yılında iki öğrenci arkadaşla, sıcacık mütevazı bir evde sakin bir şekilde öğrenci yaşamımızı sürdürüyorduk. Günlerden 15 Kasım Perşembe günüydü, Türkiye, basın tarihine yeni bir gazeteye daha merhaba demeye başladı ve içeriği diğer gazetelerden daha farklıydı, ilgimi çekmişti, almak istedim; ama fiyatı 1 TL idi bir öğrenci için epey pahalı bir gazeteydi, ona rağmen alayım dedim ve aldım. Adı:“Taraf, sloganı “düşünmek taraf olmaktır dı!
Aldım, okudum ve düşünmeye başladım ve bir baktım ki zamanla “taraf” olmuşum, artık medya analiz derslerimizde biz de öksüz değildik ve sesi en çok çıkan kesim olmuştuk. Tabi beni “taraf” yapan; dik duruşuyla ve cesur gazetecilik kişiliğiyle bana idol olan Ahmet Altan’ın ta kendisiydi. Oysa onun romanlarından hiç haz almazdım.
Taraf yazdıkça, ortaya belge çıkardıkça tarafçılar da çoğalıyordu,  8 Mart 2008 tarihinde fiyatı 50 kuruşa inince evimize de her gün 3 adet taraf gazetesi girmeye başladı; çünkü taraf bir yandan cesurca yazarken bir taraftan da ekonomik sıkıntılarla bocalıyordu, para babaları reklam vermiyordu ve kimi kesimlerce adeta Taraf’a ambargo konulmuştu. Ama tarafçılar kampanya başlattı ve Taraf’ın yoluna devam etmesi için herkes kendi çapında destek sunmaya başladı. Taraf da tarafçılarını mahcup etmedi ve var gücüyle yoluna devam dedi. Ordu’yu eleştirdi; ordu tarafa cephe aldı, PKK’yi eleştirdi; Kürt halkının bir kesimi Taraf’ı boykot etti, AKP’yi eleştirdi; AKP onu bertaraf etti ve böylece idolüm Ahmet Altan görevinden istifa ederek Taraf’tan ayrıldı ve bizleri yeniden öksüz bıraktı. Bunun hüznünü daha üzerimden atamamışken bu sefer de ömrünü siyasete adamış ve Kürt oluşunu, Kürtlere en büyük baskı döneminde bile çekinmeden haykırarak söyleyen Şerafettin Amca’yı da kaybettik, böylece hüznüme bir yenisi daha eklendi. Kürt siyasetçi Şerafettin Elçi, ılımlı ve dürüst duruşuyla bir barış elçisi olduğunu kanıtlamıştı ve her kesimin sevgisini kazanmıştı; ama artık aramızdan göçtü ve geriye onun barışı görememenin hüznü kaldı.
Hüzün hissine kapıldıkça, hep çocukluğumdaki bir anı aklıma gelir ve çoğu zaman umutsuzluğa kapılırım: Çocukluk dönemimde Batman’ın bir köyünde yaşıyorduk ve köyde bir asma bahçemiz vardı, bu bahçenin içerisinde de küçük bir ceviz ağacım vardı. Bu ceviz ağacım çok erken büyüdü ve bize ilk birkaç cevizini vermeye başladı. Bu ilk birkaç cevizini görmenin henüz sevincinin başında iken bir sabah baktım ki capcanlı ağaç kurumuş; doğaya, insana kısacası dünyaya vermek istediğini veremeden yaşama elveda demişti! Ve hemen sonra ortaya çıktı ki ağacın ceviz vermesini çekemeyen biri ağaca asit vermiş…
Teşekkürler Ahmet Abi, Teşekkürler Yasemin Abla, Teşekkürler Şerafettin Amca…