“ Ê kû zane zane ê kû nizane bakê nîskan e!” (Bilen bilir bilmeyen bir tutam mercimek sanır).

Bu söz bölgemizde bilinen bir sözdür ve oldukça da anlamlıdır. Hikayeyi anlatacağız lakin önce meseleye nereden girdiğimize bir bakalım.

Malum bölgede kan gövdeyi götürüyor. Her gün haberlerde duyduğumuz can kayıpları ile yüreklerimiz burkulur, canımız acır, vicdanımız sızlar. Bizler bu acıyı çekerken ölenlerin giysilerine, ırklarına, inançlarına bakmıyoruz. Ondandır bundandır tercihi de yapmıyoruz. Bütün kayıpları kendi kaybımız olarak görüyor ve memleketin bir an önce bu anlamsız savaştan kurtulması için dualar ediyoruz. İstemlerde bulunuyoruz. Açık bir şekilde belirtelim. Bu ortamın oluşmasına katkı sunanları, görevlerini sertlikten yana kullananları unuttuğumuzu sakın sanmayın lakin zaten alevlenmiş olan ortamı biraz daha alevlendirmemek için olabildiğince seviyeyi düzgün tutmaya ortamı soğutmaya çabalıyoruz.

Sur ve Cizre’de süren çatışmalar malumunuz. Her gün gencecik insanların ölüm haberlerini alıyoruz. Peki daha evvel de yazdığımız gibi bu alanlarda çıkan çatışmalar sonuçlandığında gerçekten Türkiye Kürt sorununu çözmüş olacak mı?

Bize göre bu iki ilçedeki çatışmaların bitmesinden sonra da Kürt meselesinin masa başında etraflıca konuşulması gerekiyor ki mesele tekrar etmesin.

Bu meseleye “terör” çerçevesinde bakmanın sorunu çözmediğini ve olayları tanımlamadığını artık aklı olan her yurttaş fark ediyor. Çünkü yüzlerce yılın imha ve inkar politikasının sonucu olarak yaşadığımız bu durumun yeni çatışma ve imhalarla ortadan kaldırılması mümkün görünmüyor.

Ortadoğu konjektöründe duruma baktığımızda yapılması gerekenin bu sorunu kendi aktörleri ve yerel dinamiklerimizle çözümlenmesi gerektiğini görüyoruz.

Bu bağlamda da çözüm sürecine acilen dönülmesi memleketin faydasınadır. Başbakan eski yardımcısı ve AKP kurucularından Bülent Arınç’ın da belirttiği gibi ne yapılır bilinmez ama acilen masaya dönülmesi bir zorunluluktur.

Bülent Arınç;” çözüm sürecinin adı ve içeriği değiştirilerek de olsa yeniden başlatılması gerektiğini söylemiş ve "Hükümetten ayrılmış bir insan olarak 2 sebeple mutlaka çözüm sürecine benzer bir şeye ihtiyacımız var. Yarından itibaren olacak şekilde bunun gerçekleşmesi lazım" demişti.”

Bu sözden sonra kraldan çok kralcı olanlardan hemen homurdanma sesleri çıkmaya başlamıştı. Lakin hükümet sözcüsü Numan Kurtulmuş konu ile ilgili yaptığı açıklamada “ kendi kişisel değerlendirmeleridir takdir kamuoyunundur” diyerek aslında kapıyı açık bırakmıştır.

Peki bu durum karşısında hükümetin planı ne?

Hükümet de kendine göre hazırlıklarını sürdürüyor. Tanklarla, toplarla, zırhlı araçlarla ve toplum güvenliğini sağlama, devlet egemenliğini tesis etme adına yaptığı tahribatı ortadan kaldırmak için mutlaka bir şeyler yapması gerektiği açık. Yüreklerdeki acıyı ve kırılmayı önleyemezse bile yıktıklarının yerine maddi anlamda yeni şeyler koymak amacıyla bir master plan hazırlandığı kamuoyuyla paylaşılmış durumda. Bu konu ile ilgili olarak Başbakan yardımcısı ve hükümet sözcüsü Numan Kurtulmuş şu açıklamayı yaptı; "Terör örgütü tamamen etkisiz hale getirildikten sonra, bölgede güçlü bir şekilde bahar havası içinde tedbirlerin alınması master plan kapsamında. Cuma günü Mardin’deki ziyarette Başbakanımız, master planı halkımızla paylaşacak. Çok kısa sürede hem terörü bitireceğiz hem de halkımızın zararlarını telafi edecek çok hızlı bir süreç başlatacağız.”

Buradan iki önemli açıklama var. Birincisi Cuma günü Mardin’e başbakan gelecek ve bölgeye yönelik hazırlamış oldukları ve büyük olasılıkla son Milli Güvenlik Kurulunda görüşülerek kararlaştırılan master plan yurttaşların görüşüne sunulmuş olacak.

İkinci önemli konu ise bizim de anlamadığımız “terörün” tamamen bitirilmesi ve bahar havasının estirilmesi meselesidir. Elbette bütün yurttaşlar ülke içinde çatışmaların sürmesini istememektedirler. Lakin uygulamalar bu şekilde devam ettiği sürece silahların nasıl susacağı da merak konusudur.

Vurarak, kırarak, öldürerek, sürerek sorunun bitmeyeceği kesin. Eğer bu şekilde mesele çözüme kavuşturulabilinseydi bugün bu sıkıntılara yaşamıyor olmamız gerekiyordu. İkincisi bu kadar sert uygulamalar yapıldıktan sonra iki günde sihirli değnek misali ortamın nasıl bahar havasına dönüştürüleceğini de merak etmiyor değiliz.

Dileğimiz ve isteğimiz sayın kurtulmuşun dediklerini tez elden yerine gelmesi ve ülkemizde çatışmaların bir an önce bitmesidir. Lakin sürmekte olan silahlı çatışma ortamını gözden geçirdiğimizde yaralı sivil vatandaşların muhatap oldukları durumu gözlemlediğimizde sağlık personellerinin de bölgeye gidememesi durumu varken master planın nasıl bir öneri sunduğunu gerçekten görmek gerekiyor.

Bu nedenle başbakanın Cuma günü Mardin’de yapacağı açıklama ülkenin kaderi açısından çok önemli olacaktır. Bu açıklama ya kardeşlik meselesini yeniden yeşertecek bir adım olacak ya da kopuşun resmen tescili dileriz sahip olduğumuz endişeyi başbakan ve hükümet de taşıyordur.

Şimdi gelelim yazımızın başında belirttiğimiz hikâyeye.” Adamın birinin eşinin bir dostu varmış. Adam mercimek tarlasında mercimek toplarken diğer adam tarlaya gelmiş ve adamın karısına yaklaşmış. Adam bunu görünce arkasına vermiş. Adam can havliyle kaçarken “havar, havar” diye bağırmayı da ihmal etmemiş. Tarladan çıkacağı sırada elini atıp bir tutam mercimeği kapmış ve köylülere doğru koşmuş. Köylüler ne olduğunu sorduğunda da “ya ne olacak bir tutam mercimeğini aldım diye beni öldürmeye çalışıyor” diye cevaplamış. Köylüler adamı tutup bir güzel eleştirmişler bir tutam mercimek için kavga edilmemesi gerektiğini söylemişler. Bu durum karşısında gerçeği de anlatamayan adam köylülere dönerek “evet bilen biliyor lakin bilmeyen meseleyi bir tutam mercimek meselesi olarak görüyor” demiş! Kıssadan hisse memlekette neler olup bittiğini bilen bilmiyor lakin siyasilerimiz meseleyi “mercimek” meselesi gibi anlatıyor bu da ayrı bir konu.