Bu dünyada sadece insanlara ait bir gezegen değildir. Bizden başka sahipleri de var…

Bütün evrende/kainatta havanın, suyun, toprağın, ormanların/bitkilerin bulunduğu yegane gezegen olan dünyada insanların dışında yüz binlerce çeşit hayvan da yaşıyor. Hayatımızın idamesi/devamı için hayvan nesline kesinlikle ihtiyacımız bulunuyor.

İnsanlık ailesi bu gerçeğin bilincinde olmalıdır. Toplumlar bu gerçeğin bilinciyle hareket etmelidir. Daha ilkokulda, okul öncesi ana sınıflarda değil, evde küçük çocuklara bu bilinci vermeli, hayvan sevgisini aşılamalıyız. Çünkü hayvanlar ve insanlar ile doğadaki tüm varlıkların yaşamları birbirlerine bağlıdır.

Bu köşede her zaman insan hakları savunulmuştur. İnsanların en temel haklarının güvencede olması için sorumluluk bilinciyle hareket edilmiştir. İnsan haklarını gönüllülük temelinde savunurken, ağır bedeller ödemekten çekinmediğimi özellikle ifade etmek isterim…

Bir insan hakları savunucusunun aynı zamanda hayvanların da hakları için duyarlı olması gerekiyor. Sivil toplum örgütlerinde gönüllü olarak çalışmalar yaparak daha yaşanabilir bir dünya ve çevre için mücadele vermeyi bir ibadet olarak algıladığımı ifade etmek isterim.

Duyarlı insan ve hayvan hakları savunucularını o nedenle iyi anlamalıyız. Her vesile ile hem insan, hem de hayvanların haklarını savunmaya, toplumumuza bilinç kazandırmaya çalışanların sayısının artması için dua etmeliyiz…

Bu girişi yapma nedenime geleyim. Geçtiğimiz Cumartesi günü dondurucu soğuklardan etkilenen hayvanlar için çok önemli bir etkinlik düzenlendi. Hayvan hakları etkinliğinin çağrıcısı Batman Çevre Gönüllüleri Derneği idi. Yıllardır bu toplumun karşısında olan ve hafta içerisinde haklarında özel değerlendirme yaptığım bu sivil oluşumun bir gönüllüsüyüm…

Sosyal medyada paylaşımlar yaparak duyarlı insanları alana davet etmiştik. Buluşma noktası belirleyip, doğaya çıkacağımızı ve hayvanlar için yem bırakacağımızı duyurmuştuk…

Yerel basınımızda haber konusu olan etkinliğin amacına dikkat çekmek için bile böyle bir giriş değerlendirmesi yapma gereğini duydum. Çünkü toplumumuz buna hazır değil…

Hayvanların yaşam hakkının güvencede olmadığı bir toplum gerçekliğini saklamaya gerek yoktur…

Şu satırları yazarken bile, belki üniversite bitirmiş, tabiri caizse mürekkep yalamış birilerinin hayvan haklarına duyarlılığı amaçlayan çalışmamız aleyhine yorumlar yaptıklarını çok iyi biliyorum. Çünkü böyleleri ile karşılaşıyorum…

15 yılı aşkın süredir gönüllüsü olduğum doğa ve çevreyi savunan sivil toplum örgütümüzün çağrısına bir destek de Anadolu Hayvan Hakları Konfederasyonu(HayKonFed) İl Temsilciliğinden gelmişti…

Çevreci arkadaşlarımızla harekete geçerken, Batman’da yeni bir oluşum olan, geçtiğimiz yaz ayında hayvan hakları için gerçekleştirdikleri yürüyüşlerine katıldığımız HayKonFed’in il temsilcisi Hazal Karaaslan da kedi ve köpek mamalarıyla bize eşlik edecekti…

Önce Batı Raman Dağı eteklerine gidip doğaya yem bıraktık. Dönüşte tam da Batı Raman dağı çıkışında, yol güzergahı kenarında memeleri belli ki gıdasızlıktan çekilmiş bir anne köpek karşımıza çıkmaz mı?..

Hazal Karaaslan ve Batman Çevre Gönüllüleri Derneği Başkanımız Recep Kavuş’la birlikte hemen araçlarımızdan inerek anne köpek için yem bıraktık.

Oldukça ürkek olan ve önce bizden kaçan köpek, şefkatli yaklaşımımıza olumlu yanıt verecek ve biz araçlarımıza binerken bıraktığımız yemeği yemeye başlayacaktı. O dağ başında, uçsuz bucaksız beyazlıkta karşımıza çıkan köpeği duyurmanın mutluluğunu yaşayarak ayrıldığımızda, sevinçten o anı görüntülemeyi de unutacaktık…

Daha sonra Hasankeyf-Beşiri yol ayırımına gidip, binlerce kar kuşu ve karganın bulunduğu alana yem serptik. Bembeyaz ovaya konan binlerce karga adeta siyah bir adacık oluşturmuştu. Bıraktığımız yemlerle o kanatlıları doyurmamızın imkanı yoktu. Bazılarının (avcıların) öldürmelerine karşılık, bizler o hayvanları yaşatmak için alandaydık ve bir farkındalık yaratmayı amaçlamıştık.

Bu arada ilginç bir olay yaşandı. Araçlarımızı yol kenarına park ettiğimizde 35 yaşlarındaki bir kişinin elindeki av tüfeğiyle kuşlara doğru atış yaptığına tanık olduk. Recep Kavuş ile hışımla ona gittik. Başkan Kavuş, “Avcı mısın? Hele bir belgeni göster. Kanatlıları öldürüyorsun öyle mi? Hele nüfus cüzdanını çıkar sana bir ceza yazalım da gör” dediğinde, kekelemeye başlayan, sararan ve titreyen gencin kalp krizi geçirmesinden bile endişe duydum. Kendisine bazı nasihatlerde bulunduk. Bu dondurucu soğukta onları yaşatmamızın önemine işaret ettik. Biraz rahatladı. Adam, kuşları değil, bir kağıt parçasını hedef aldığı yalanını atıyordu. O korku ve biraz da uyarıcı nasihatimizle belki ömrü boyunca avcılık yapmayacaktır diye düşünüyorum…

Akşama doğru soluğu Yaşar Kemal Kent Ormanında almıştık. Orada da yemleme çalışması yaptıktan sonra gönül huzuruyla ayrıldık. Kamuoyuna verdiğimiz mesajın ne olduğuna açıklık getirecek Hazal Karaaslan’ın yazısını da bilginize sunmak istiyorum. Yazımı Karaaslan’a ait, ‘Bu kadar insanlar ölüyorken neden hayvanlar’ başlıklı o güzel değerlendirmesyle bitiriyorum:

“BU KADAR İNSANLAR ÖLÜYORKEN NEDEN HAYVANLAR?”

ARPICI BİR YORUM…

“Savaş Ezgi bir şiirinde şöyle seslenmiş; Bütün mevsimler tutsak düşse de yangına Her bahar Dicle’yi emzirir dağlar.
Bahar Dicle’nin dağları kucakladığı yerde başlar Alışamam ölüme, alışamam Ölüm insana aykırıdır, alışamam Susmak insana aykırıdır, susamam. Bütün mevsimler yangına tutsak düştüğünde bile dağlar Dicle’yi emzirmekten vazgeçmiyorsa; doğa yeniden uyansın diyedir.

Bizim meselemiz sadece hayvan hakları değil, doğanın içinde bulundurduğu canlı ve cansız tüm varlıkların korunmasıdır. Ne bir insan, ne bir hayvan, ne bir ağaç, ne bir çiçek, ne bir böcek zeval görsün istemeyiz. Meseleye hayvan hakları açısından daha çok yaklaşıyoruz çünkü, yeryüzündeki en savunmasız canlılardır hayvanlar; biz onların gören gözü, işiten kulağı, atan kalbi, hisseden vicdanı olmaya çalışıyoruz.

Demem o ki; evet insanlar ölüyor ama o insanları hayvanlar öldürmüyor, yine kendi cinslerinden olan diğer insanlar öldürüyor ve insanlar birbirini öldürüyor diye hayvanlara daha fazla sırt çevrilmesini vicdanım kabullenemiyor.

Biz ölüyoruz; kendi içimizdeki sevgi eksikliklerinden, türlü hesaplaşmazlıklardan ve kazanma hırsları nedeniyle. Biz ölüyoruz çünkü her birimiz bir başkasına olan sevgisini/saygısını köreltip vicdanını öldürüyor. Vicdan demişken, dilsiz canların dili olmak vicdanın en doruk noktası değilse nedir? Bir hayvanın kılına zarar vermeyen, bir çiçeği dalından koparmaya kıyamayan insan başka insanlara kıyar mı? Belki biz insanlar kendi cinsimizi ön plana alıp doğadaki diğer canlıları hiçe sayarken diğer insanların duygu ve düşüncelerini de hiçe saymış oluyor ve en başta hata yapıyoruzdur… O zaman hayvanlardan başlayalım tüm canlıların yaşama ve var olma hakkına saygı duymaya, belki bu hatamızı telafi edebiliriz. İnsanlar ölmesin, hayvanlar da ölmesin; ağaçlar, çiçekler, böcekler de…

Doğa bir bütündür ve ölümlerin daha fazla ölüme yol açmaması için yaşatmaya bir yerlerden başlamak lazım… Yaşatmak arzusu olursa vazgeçilmez kıblemiz, dünyayı çok daha yaşanabilir bir yer haline getirmek işten bile değil!

İnsanlar arasında dil-din-renk ayrımı yapmak ne kadar ilkellikse, canlılar arasında tür-cins-sınıf ayrımı yapmak da o kadar ilkelliktir. Birçoğumuz bu gerçekleri fark edemediği için bugün acılar içindeyiz ve dünya bu yüzden bu kadar kirli; ‘katlanılabilir’ olan dünyamızı ‘yaşanılabilir’ hale getirmek aslında çok kolay…

Bir adım, küçük bir adımla başlar her şey.”

http://www.haykonfed.org/2016/10/12/bu-kadar-insan-oluyorken-neden-hayvanlar-hazal-karaaslan-anadolufed/