Sevgili Hasankeyf,
Güz mevsiminin kendine has havası içinde kibirli bir bakışla bana küskünlüğünü ifade ettiğinin farkındayım.
Yıllara meydan okuyan bakışların; bana neden sahip çıkmıyorsun, emeğimin karşılığı bu
mu olmalıydı diyor?
Bana öyle bakma lütfen. Sana karşı mahcup olduğumun/olduğumuzun farkındayız elbet.
Sen ki insanlığın ilk evresinden bu yana atalarımıza sığınacakları bir mekân oldun.
Sen ki yıllar yılı hiç bıkmadan, usanmadan, yılmadan, çekinmeden canlımıza da ölümüze de sahip çıktın.
Sen ki eşsiz güzelliğinle kurak coğrafyamızda bir çiçek oldun, Tarih oldun, doğa oldun, mezar oldun, yaşam oldun…
Dile kolay tamı tamına 12 bin yıl bizimle yaşamımızı daha iyiye, güzele götürmek için mücadele ettin. Seni yakıp yıkmalarımıza aldırmadan, gövdeni delik deşik edip kendimize yuva yapmamıza bile sesini çıkarmadın. Bir anne şefkati ile sana verdiğimiz bütün acılara rağmen bizi korudun, kolladın.
Sadece bizi değil bizim atalarımızın yaptıkları eserleri de korudun. Geçmişin bütün izlerini günümüze taşıyarak bize miras getirdin. Ama ne yaman çelişkidir ki şimdi bizler, o varlığın pahasına koruduğun insanların torunları, seni korumakta güçlük çekiyoruz.
Hemcinslerimiz senin bize gösterdiğin fedakârlığın bedelini seni sulara gömerek bizim irademize rağmen, bizim sevgimize rağmen, bizim direnişimize rağmen, bizim ağlamamıza, bizim gülmemize, bizim haykırmalarımıza rağmen yok etmeye çalışıyorlar.
Senden mi korkuyorlar, bizden mi korkuyorlar, tarihten mi çekiniyorlar, doğaya mı düşmanlar bilmiyorum!
Seni sular altında bırakma heveslerini gerçekten anlayamıyorum.
Barajlar yapmalı, elektrik elde etmeli, suları koruma altına almalı diyorlar.Bunları yapmayın demiyoruz ki.Biz bunların hepsini yaparken bize insanlık tarihi boyunca ev sahipliği yapmış, tarihimizin resmi olmuş,yaşamımızın kalıntılarını barındıran can mekanlarımızı sulara gömmeyin diyoruz o kadar.
Bunun mümkün olduğunu çok iyi biliyoruz.
Yıllarca susuz kaldık, elektiriksiz kaldık, mekânsız kaldık, ezik kaldık, aç kaldık ama seni yok etmeyi aklımızın en ücra köşesinden bile geçirmedik, geçiremedik.
Ancak ne yazık ki dün uygarlık adına ne varsa yakıp, yıkıp kül etmekten çekinmeyen anlayışların bugün yöntem değiştirerek uygarlık alanlarını sulara gömüp yok etmeye çabaladıklarını görmekteyiz.
Dün hedeflenen uygarlığın sembolü olan yerleşim yerleriydi. Bugün hedeflenen ise uygarlığın tanıkları.
Gidip Antep’te dört duvar arasına sıkıştırdıkları Zeugma’nın mirasının çığlığını duymanı isterdim. Hangi yürek böylesi bir özgürlüğü bu şekilde hapseder ki?
Seni de taşıyacaklarını söylüyorlar.
Bunu nasıl yapacaklarını anlayamıyorum. Senin on bin yıllık tarih kokan hangi mağaranı taşıyacaklar?
Senin barındırdığın hangi mezardaki kemiklere huzur buldurtacaklar?
Hangi hayvanına kaya köşesinde bir yuva yapacaklar?…
Bana küskün küskün baktığını biliyorum. Kayalarının dibinde festivaller yapmam, basın açıklamaları okumam, yürüyüşler yapmamın bile seni tatmin etmediğini biliyorum. “Ben seni yaşattım sen beni yaşatmak zorundasın” diyorsun.
Anlıyorum.
Emin ol gücümün yettiği, sesimin çıktığı sürece senin sular altından kalmaman için mücadele edeceğim. Senin için yalvaracak, senin için insaf çağrısında bulunacağım.
Atalarımın yaşamlarına, ölümlerine, kemiklerine nasıl sahip çıktıysan nasıl direndiysen seni için o şekilde direneceğim.
Tarihe tanıklık etsin diye bu satırları yazarken bile sesleniyorum.”Lütfen tarih ve doğal güzellik merkezlerini sular altına gömmeyin. Barajlarınızı yapın ama tarihi ve doğayı koruyarak bunu yapmak mümkünken tarihe ve doğaya zarar vermeyin. Bunu yaparsanız bizim de, tarihin de, doğanın da iki eli boynunuzda olacaktır” diyorum.
Bu kısa mektubun kibirli bakışlarını, kırık ve sitemli yüreğini, küskün duygularını rahatlatmayacağını biliyorum. Ama unutma sen benim gibi binlerce nesli yetiştirip büyütensin. Sen buna da direnirsin!