Gülen hareketi, Fethullah Gülen tarafından yönetilen İslami bir yapı. Bu yapıyı cemaat olarak adlandıranlar olduğu gibi kendilerine hizmet hareketi demeyi tercih edenler de bulunmaktadır. 1994 yılında kurulan Gazeteciler ve yazarlar vakfının kuruluşundan sonra hareket giderek etkinliğini arttırmayı becermiş bir yapıdır. İktidara gelme yerine iktidara gelmek isteyenlerle adeta organik bir bağ kurarak onları ayırım yapmaksızın desteklemiş karşılığında ise seçtirdiği milletvekili veya atanmasını sağladığı bürokratlar vasıtası ile etkinliğini artarmış bir cemaat.
Fethullah Gülen Amerika’dan cemaatini yönetin bir kişi. Türkiye’de iken Süleymaniye’deki vaazları binlerce kişi tarafından izlenen bir imamdı. Cemaat içerisinde kendisini mehdi veya Mesih olarak görenlerin olduğu iddia edilmektedir. Ancak üzerinde durulması gereken konu bu değil.
Açtıkları cemaat evleri ve okullar sayesinde zeki ve başarılı öğrencileri bünyelerinde toplayan bu yapı daha sonra açtıkları öğrenci yurtları, okullar ve dershaneler sayesinde sürekli kendilerine bağlı öğrenciler eğittiler ve devlet kademelerine yerleştirdiler. Bürokrasi, Emniyet, yargı ve diğer alanlarda bu sayede oldukça güçlü bir yapı haline geldiler. Demokratik sol partiden tutun AKP’ye kadar iktidara kim geldiyse işbirliği yapmaktan ve kendilerini güçlendirmekten geri durmadılar. Sonuçta devlet yapısı içerisinde öylesine güçlendiler ki devlet içinde devlet ya da iktidarın tanımlaması ile paralel bir yapı oluşturdular.
Cemaat sosyal ve ekonomik yaşamın da birçok alanında yer almayı başardı. Kurmuş oldukları şirketler, açtıkları okullar ve yurtlar, kurdukları televizyon kanalları, bastıkları dergi ve gazeteler sayesinde her alanda boy göstermeye başladı. Sadece ülke içinde değil Sovyetlerin çöküşünden sonra Türki devletler başta olmak üzere dünyanın değişik yerlerinde okullar açtılar ve buraları birer diplomatik misyon gibi kullanmaya başladılar. Bu alandaki son icraatları ise Türkçe olimpiyatları oldu.
Bu yapı ya da hareket öylesine güçlendi ve destek gördü ki ülke içinde hoca efendinin icazetini almak için başta iş adamları olmak üzere birçok kesim Amerika’ya kadar gidip görüşmelerde bulundu. Bu durum hoca efendi olarak tanımlanan Fethullah Gülen’in gücüne güç kattı.
Kazanılan bu güç öylesine kendini yapılandırdı ki karşısında duran en güçlü iktidarlardan biri olan AKP hükümetine bile kafa tutmaya hatta iktidarın değişi ile iktidarı düşürmeye varan bir hareket haline geldi. Bünyesine aldığı yargı mensubu, polis ve diğer bürokratlar sayesinde usulsüz dinlemeler başka olmak üzere bir dizi etkinlikte bulundu ve istediği kesimler hakkında operasyonlar düzenlenmesine neden oldu. Askeri güce karşı düzenlenen Ergenekon davaları, Kürt siyasal hareketine karşı açılan KCK davaları, gözaltı ve tutuklamaların altındaki imzalar bu harekete mal edildi.
Bu düzenlemeler yapılırken de hep iktidarı düşürmeye yeltendiler suçlamasında bulundu, vatan bölünüyor yaygarası koparıldı. Büyük tasfiye hareketlerinden sonra gücünden emin olarak ilerleyen bu yapı sonunda kendisine maddi ve manevi zarar vereceğini düşündüğü iktidar ile de karşı karşıya kaldı ve gücünü kullanarak yolsuzluk operasyonlarına da imza atmayı ihmal etmedi. 17 ve 25 Aralık operasyonlarında bu yapının imzası var.
Fethullah Gülen cemaati, Hizmet hareketi veya paralel yapı olarak tanımlanan bu yapı son olarak Recep Tayyip Erdoğan şahsına yönelerek onu iktidardan düşürmeyi ve AKP’de etkinlik sağlayarak iktidarı ele geçirmeyi denedi. Bu mümkün değil ise hükümeti düşürüp AKP’yi de iktidardan düşürecek düzeyde gözden düşürmeyi denedi ve operasyon düğmesine bastı. İşte tam da bu noktada bomba Gülen hareketinin elinde patladı. İktidar kendini koruma refleksi ile hareket ederek harekete yöneldi ve operasyonun düğmesine bu kez kendisi bastı.
Her ne kadar bu aralar bir takım çevreler ve muhalefet tarafından Gülen hareketine yönelik bu operasyonların endişe ile izlendiği vurgulanıyor, basın ve örgütlenme özgürlüğünden dem vuruluyorsa da bu seslerin aslından hareketin gücünü kullanma ve yandaşlarını değişik adlar altında harekete geçirmekten başka anlam ifade etmiyor.
Kürt gazetelere yönelik operasyonlar yapılarken “bunlar gazeteci değil teröristtir” diyen çevreler, bu günlerde Ahmet Şık gibi gazetecilerden “özür dileyenler”, KCK ve Ergenekon operasyonlarında herkesi suçlu ilan edenler, “susma sustukça sıra sana gelecek” denildiğinde dalga geçenler sıra kendilerine ve yaptıklarının ortaya çıkarılmasına geldiğinde demokrasi, insan hakları ve evrensel değerlere sığınmaları elbette manidar olarak görülmelidir.
Gülen hareketi olara adlandırılan paralel yapının Türkiye genelinde iller ve ilçeler bazında örgütlendiği her ilde bir sözcüsünün veya temsilcisi olan bir ağabeyin varlığı toplumun geniş kesimleri tarafından bilinen bir gerçeklik. Bu yapının eli iktidara yönelmediği sürece sessizce görmezlikten gelindiği de bir gerçeklik. Yani kimse böyle bir yapı yok diyemez. Lakin paralel yapıya yönelik iktidar operasyonunda insan haklarının, adaletin, basın özgürlüğünün, eşit yurttaş ve sosyal yardımlaşma kavramlarının zarar görmemesi gerekiyor. Her ne kadar “etme bulma dünyasıdır” tanımlamasına uygun bir durumla karşı karşıya olsak bile kimsenin haklarının, özgürlüğünün sırf “bizden değildir” anlayışı yüzünden zarar görmemesi gerekir.