Malum vatandaş kırmızı ete hasret bir duruma geldi. Zaman zaman artan sitemlere karşı hükümetin dış ülkelerden canlı hayvan ithalatı ile cevap vermesi de yerli üreticiden çok o anki tepkicilerin seslerini kısmaya yönelik olmakta ve süreç bu şekilde sürdürülmeye çalışılmaktadır.
Malum Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin temel geçim kaynakları Tarım ve Hayvancılık. Dağlık kesimlerde hayvancılık yapılırken düz alanlarda ise tarım üretimi ile uğraşılmaktadır. Ancak son yıllarda takip edilen politikalar nedeniyle bölgemizde her iki alanda da büyük gerilemelerin gerçekleştirildiğini belirtmemiz gerekiyor.
ÖNCE KÖYLER BOŞALTILDI
Kürt sorunundan kaynaklanan çatışmalar nedeniyle kırsal nüfusu daha yoğun olan Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinde yaşayan insanların huzurlu bir yaşam sürmeleri ortadan kaldırılmış oldu. Gerek devletin dayattığı koruculuk sistemi gerekse bu sisteme karşı PKK’nin yaptırımları sıkıntılar yaratmıştır. Bununla birlikte Devletin uyguladığı politikaların gereği olarak kırsalı insansızlaştırma politikaları neticesinde 4000 civarında köy boşalınca buralarda yaşayıp geçimlerini Tarım ve Hayvancılıkla sağlayan yüz binlerce vatandaşımız yerinden yurdundan oldu. Yaşadıkları yerlerde nitelikli insan durumunda iken sığınmak zorunda kaldıkları kent varoşlarında niteliksiz işçi pozisyonuna girmiş oldular. Bu insanlarımız bir yandan geçim derdi ile uğraşırken diğer taraftan yığınsal olarak yöneldikleri kentlerin de kırsallaşmasına neden oldular. Yetersiz altyapı ile mücadele eden kent merkezleri aldıkları yoğun göçler nedeniyle tamamen çökme noktasına geldiler.
Olay sadece göç etmekle bitmedi. Kentlere sığınarak ellerindeki son sermayelerini harcayan bu vatandaşların kırsaldan çekilmeleri ile üretim alanında da büyük sıkıntılar meydana geldi. Üreticiler de tüketicilere katılınca üretim düştü ve fiyatlar arttı. Sıkıntı üzerine sıkıntılar yaşandı.
SONRA DAĞLAR YASAKLANDI
Köylerin boşaltılmasından sonra sorunun çözülmediğini gören yöneticiler veya karar vericiler son bir umut olarak dağlara çıkıp hayvan yetiştiriciliği yapan yurttaşların bu çalışmalarına kısıtlamalar getirdiler. Belirlenen alanlara aylarca çıkış yasağı getirildi. Yaylalara çıkamayan ve geçimini hayvancılıkla gerçekleştiren yurttaşlar bu durum karşısında hayvanlarını satıp kent merkezlerine yöneldiler. Satmadıkları az sayıdaki hayvanları ise taşındıkları kent merkezlerinde besicilik sistem ile beslemeye kalkıştılar ama bu durum hem kendileri hem de taşındıkları kentler açısından sorun haline geldi.
Sonuç itibariyle el birliği ile yürütülen politikalar sayesinde tarım ve hayvancılık alanında üretici ülke durumunda iken tüketici ülke durumuna geldik. Et fiyatları arttı, tarımda bile dışarıdan ürün alır hale getirildik.
Bu hafta sonunda geçimlerini hayvancılık ile sağlamaya çalışan ve sayıları oldukça azalan göçerleri ziyaret etmeye karar verdik. Dağ havasının hâkim olduğu her şeyin doğal halinde bulunduğu çadırlara gittik. Bir Göçer annenin ekmek pişirdiği tandırın önünde hindiler palazlanmış gruplar halinde öterken tandırın dibinde bekleyen bir çocuk, bacaklarına dolanan bir kedi ve ekmek bekleyen bir köpek manzarası hayli ilginçti. Herkes ve her şey doğal yaşamsal rolünü sergiliyordu. Kavga etmeden, saldırmadan, rahatsızlık yaratmadan birlikte yaşayarak.
Göçerler çadırlarının altında günlük yaşamlarını sürdürürken çocuklarını okutamamaktan yaşamlarının yollarda geçmesinden ve hayvan fiyatlarının düşüklüğünden yakınmaktaydılar. Kışın ilimize gelenler baharda Hakkâri’nin Berçelan yaylalarına gitmek için gün sayıyorlar. Böyle giderse ellerindeki hayvanların da tükeneceğini ve artık üretim yapamayacak hale geleceklerini dile getiriyorlar.
Sonuç olarak hükümetin artık tarım ve hayvancılık politikasını gözden geçirmesi gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü mevcut politikalarla kentten kırsala göç etmenin de göçüp geçinmenin de imkânı bulunmamaktadır.