Yaş ilerledikçe geçmişin en dibindekilerdir en çok hatırlanan. Öyle diyorlar, ya da bir yerde mi okumuştum ne, bu şekil kalmış aklımda. Heveslendim; hani, bayram ya bu gün, kolaydır herhal ve adet olduğu üzere “çocukluğumuzun bayramlarını” yazabilir miyim diye oturdum, ama çık! Bir şey bulamadım.
 
        Olup bitenler ve yaşanmakta olanların baskılayarak kararttığı bedbîn ruhlara sahip olanlardan biri de benim herhalde diye düşündüm, çünkü masumiyet dünyasının kuşattığı çocukluğu, şu sıra  hiç yaşamamışım gibi geldi bana.
 
        Çok istiyordum ama olmadı; size aktarabileceğim,  geçmişteki coşku ve sevimliliği çağrıştıran hiçbir anım su yüzüne çıkmadı bu gün. Bu nedenle üzgünüm, sizi hoşnut edemeyeceksem bağışlayın.
        
         Depremi mi de yazmayayım, ona da gerek yok diyordum,  zira birileri, kronik dert Kürt sorunun çözümü adına düne kadar mürekkep yerine kaleminden kan damlatan kalemşörler,  ilk saat itibariyle bu vesileyle yıkıntının altındaki  cesetlerle birlikte, “ acaba bu ‘lanet’  davanın da üstünü biraz  daha örtemez miyiz” hesabına ve   timsah göz yaşlarıyla birlikte  günlerden beri bu işi soluksuz yerine getiriyorlar nasıl olsa.
 
         Hem sonra bayram,  mübarek bir gün ya bu gün, ille de hoşnut olmak istiyorsanız bundan mahrum kalmayacaksınız merak etmeyin. Çadırlardaki yaşam hallerini görmek üzere afet bölgesine arz-ı endam edecek mütedeyyin devlet  ve  hükümet erbabı büyüklerimizin gösterisini sakın kaçırmayın, yeter.
         Her ne kadar içlerinden birilerinin yıllar sonra, “ deprem zedelere gelen ve toplanan yardımların bir kısmıyla dağları dövmek için bomba ve fişeğe verdik”  ya da “Biliyorsunuz, o sıralar  yaptığımız kitlesel Kürt tevkifatıyla Bölge açık cezaevine dönüşecekti neredeyse,  mevcutlarda yer kalmayınca bari hızlıca yeni cezaevleri yapalım dedik” diyecek olsa bile boş verin, onları düşünmeyin şimdilik. Siz asıl seremoniye bakın; önce iktidarları sonra da devletin bekası hatırına belleklerde kazılı olduğu üzere daha dün gibi ve her ne hikmetse  İ Tatlıses  misali istediği anda gözleri ıslanan birinin,    “kadın da olsa çocuk da olsa..” diye  kuvvetli bir imanla “şiddet”e fetva verenin bu kez devletin şefkatli kollarında pamuklar içerisinde, mışıl mışıl uyuyan ve  tek devlet, tek vatan ve tek milletin “umudu” haline gelmiş “Azra Bebek”i  ya da hastahanenin bir köşesinde darbelenen yüreğiyle bedeninden neşet edenlerin tümünü yitirmiş bir “Kürt ana”yı ziyaret ederken ki halini zinhar kaçırmayın.
         Kaçırmayın ve görüntüyü belleğinize kazıtın,  unutmayın!
 
         Barış ve esenliğe hizmet eder anlayışıyla Anadolu insanının Van halkına gösterdiği “kalbî” dayanışma için “Kardeş kokusu var bu yardımlarda.” diyordu Kürt siyasetçi. Arı ve içten duygularını dile getirmiş olmalıydı.. Hastalıklı ruhlarıyla “Oh olsun!” diyenler bir yana,  Kürt halkının her türlü demokratik kazanımlarının üstünü betonla yeniden  ama “tedricen” örtmek adına  kısa bir süre önce sivilimsi bir askeri disiplinle sigaya çekilen yazılı ve görsel Türk medyası, vicdan ve merhameti milliyetçiliğin hamurunda bulamaç ederek ilk görevini yerine getiriyordu bu depremde.
 
         Kalplerini kör bir milliyetçiliğin mühürlediği, medya muhabirleri yaptıkları sayısız röportajlarında,  kulakları tırmalar diye zinhar  “ne olduğu anlaşılmayan” bir dilin tınısı duyulmasın diye nasıl bir gayret içinde olduklarını fark ettiniz mi, bülbül gibi  “Türkçe” şakıyan Erciş’liden geçilmiyordu, Maşallah!
 
         Alah’ın bir kaderidir, ne diyelim.. Gidenlere rahmet olsun, önemli olan devletin bekası!..
         Ya, görüyorsunuz, deprem gibi bir felakette bile, içinde “Milli Birlik ve kardeşliğimizi” pekiştirecek hayırlara vesile olan bir nüve taşıyorsa siz asıl ona bakın.  Hadise az biraz trajik ama bunda bir hayır, bir hikmet vardır, buna sevinmesek bile düşünmek lazım, değil mi ama?
         Aman ha, meselenin asıl “hassas” yanları sakın ola ki  nokta-i nazarınızdan kaçmasın..
         Devlet ve millet!
        
         O mahşer gününde ve yerin bilmem kaç metre altından Ezraille boğuşurken bile Kürt insanının ana dilinde, “öldüm” anlamında “Ez Mirim!” demesini bile duymazdan gelinmesinin “yüce devlet ve  milletimiz” için hayırlı olacağını  salık veren bir  siyasi zihniyet, bir süre sonra daha büyüklerinde olduğu gibi bu  yer sarsıntısını arkada bırakabilir, ancak otuz yılı aşkın bir süredir süre gelen ve yaşadığımız  her saatte her tür insanımızın kanını alan siyasi artçı sarsıntılarla baş etmesi mümkün değildir.
        
         Bu duygularla bayramı kutlamak isteyenlere kutlu olsun.