Dünden devam
Ülke idaresinde söz sahibi olmak isteyen halkın ve kendilerini temsil etmeye hazırlanmışlarla ilgili olarak dünkü yazımda bir değerlendirme yapmıştım.

1 Mayıs Dünya Emekçi Gününe atıf yaparak, Türkiye genelindeki milletvekili aday adaylarının emeğe, emekçilere, emek sömürüsüne, emekçilerin çalışma koşullarının düzeltilmesine yönelik bir projelerinin, çalışmalarının olup olmadığını sorgulamıştım.

Toplumumuz kendilerini yönetmeye aday olanlarda, bence bazı şartlar aramalıdır…

Emek, emekçiler, bizim medarı iftiharlarımızdır. Üreten, alın teri döken, ülke ekonomisine katkı sunan emekçilerin yaşam koşulları tüm siyasetçileri ilgilendirmelidir…

Genel seçime iyice yaklaştığımız bir süreçte, bizleri temsil etmeye namzet olmuş, aday olmuş şahsiyetler, yani siyasi kişiliklere, emek ve emekçiler konusunu hatırlatmak isterim.

Dünkü yazımda ifade etmiştim; 1889 yılında günlük 8 saatlik çalışma süresi genel kabul görmüştür. Öncesinde de 8 saatlik çalışma hakkı için verilen büyük mücadeleler var.

Aradan yaklaşık 150 yıl geçtikten, ülkemiz BM’in aldığı kararı kabul ettikten sonra eğer hala insanca yaşam için gerekli olan koşullar pratik bulmuyorsa, bu sorun kabul edilemez…

Hele ülkemiz 1 Mayıs Gününü resmi tatil olarak da kabul etmişse ve hala emekçilerimiz en ağır koşullarda, günde 10-12 saat ve bazı yerlerde belki de daha da fazla çalıştırılıyorsa, duruma seyirci kalmak insafla bağdaşmaz…

Dini açıdan emekçilerin haklarının alın teri kurumadan ödenmesi ilkesiyle büyütülmüş bir toplumumuz gerçeğini de unutmayalım diyorum…

Yıllardır bu konuda ısrarla yazılar yazan, emek ve emekçileri savunan biriyim.

Batman’daki emek sömürüsüne dikkat çeken sayısız makalelerim olmuştur. Ülke genelinde olduğu gibi, Batman’da da, marketlerde, mağazalarda, tarlalarda, asgari ücretin çok altında düşük ücretle, sosyal güvencesiz şekilde, üstelik 10 saat çalıştırılan emekçiler gerçeğine hep dikkat çektim…

Bu konuda sayısız kez emek sendikalarını ve konfederasyonlarını yerden yere vurdum…

28 yıldır elimde kalem tutan biri olarak, aralıksız günlük yazılarımda emek sömürüsüne karşı duyarsız kalanları eleştirdim, eleştirmeyi görev bildim.

Bizi yönetmeye talip olanların bu konularda duyarlı olmaları gerektiği görüşünü de savunuyorum. Duyarlı olmayanlar olduğu gibi, bu konularda bilgi sahibi olmayanların bizi yönetmeye aday olduklarını da biliyorum.

Bu yazımla onlara bakış açımı sunmak istiyorum.

150 YIL ÖNCE 8 SAATLİK ÇALIŞMA KABUL EDİLMİŞTİ…

Değerli okurlar, sadece devletin kamu görevlileri için 8 saatlik çalışma koşulları var. Yasalara göre belki 8 saatten fazla çalışmak suç da olabilir.

Ancak yasalar ile pratik aynı değildir. İLO Sözleşmesi’nin altına imza atmış ülkemizde, memur ve işçiler genel olarak 8 saat çalışırken, bunlardan bir kısmı daha fazla da çalıştırılmaktadır. Örneğin kamu kurumlarındaki yardımcı hizmetliler 8 değil, en azından 10 saat çalışmakta ve fazla mesai ücreti de almamaktadırlar.

Benim ısrarla üzerinde durduğum ve kamuoyunun duyarlılığını istediğim diğer emekçilerdir. Marketlerde, mağazalarda, tekstil atölyelerinde dramlar yaşanıyor…

Tarlalarda, mağazalarda, inşaatlarda ter döken insanlarımızın sosyal güvenceye kavuşturulması bir zorunluluktur. Milletvekili aday adayları ve sonradan sorumluluk verilen adaylar bu gerçeğin bilinciyle hareket etmelidirler…

Düşünceme göre, nasıl ki hayatın her alanında e-sisteme geçiliyor, çevre gibi bütün konularda AB normları geçerli oluyorsa, emek cephesinde de bu olmalıdır. İnşaatlarda ve her türlü ağır işlerde çalışan işçilerin sosyal güvencesi bulunmalıdır.

Sosyal güvencesiz şekilde hiç kimse çalıştırılmamalıdır…

Mevcut kanunlar bunu zaten suç saymaktadır. Ancak pratikte sistem değişmiyor…

Bunun için duyarlılığa ihtiyaç vardır. Bir kere daha kamuoyunun dikkatini bu insanlarımıza çekmeyi görev biliyorum.

Hava sıcaklığının gölgede 45 dereceyi aştığı bir zaman diliminden geçiyoruz. Bunaltan sıcaklara rağmen binlerce insanımız kızgın güneş altında çalışmak zorunda…

Bu sıcaklarda sabahtan akşama kadar inşaatlarda çalışan, harç döken, demir bağlayan, kum ve çimento taşıyan insanlarımız gerçeğini düşündükçe, tüylerim diken diken oluyor. Az bir ücret karşılığında en ağır işlere koşan insanlarımızın, birde bu sıcaklardan nasıl olumsuz etkilendiklerini biliyorum…

Bunlar bizim emekçilerimiz. Bunları düşünmek zorundayız.

Ne yazık ki bu insanlarımızın haklarına duyarlılık gösteren yok. ‘Emek Cephesi’ diye bildiğim kesimler, yani sendika ve konfederasyonlar bu gelişmeyi sadece seyrediyorlar…

24 Nisan genel seçimi yaklaşıyor. Ancak hiçbir partinin emekçilerin çilesini gündeme taşıdığına tanık olmadım…

Oysa emek cephesinin sorunlarını gündeme taşımalı, bunun için toplumdan oy istemeliydiler…

Sosyal güvencesiz şekilde çalıştırılan yüz binlerce emekçi için neler düşündüklerini topluma anlatmayan partiler gerçeği beni düşündürüyor…

Yine ülke sathında bizi yönetmeye talip olmuş politikacılarda, siyasetçilerde de o duyarlılığı göremiyorum.

Emek ve emekçileri düşünmeyenler, ülkenin kalkınmasına nasıl hizmet edecekler?

Bunu sorgulamalıyız.

Gerçekten emekçilerimiz, çalışanlarımız çok zorlu koşullarda, çok düşük ücretle ve çok fazla saat çalıştırılıyorlar. İşsizlikte Türkiye birinciliğini yıllardır elinde tutan kentimiz gerçeği de ortadadır.

Bizi yönetmeye talip olanların, toplumun bu acı durumunun değişmesi için çabalayanlardan olmalarını dilerim.