2012 Yılının sonlarında ortaya çıkan ve 2013 yılına sarkan gelişmelerin umut vermesi kadar iç karartıcı olgular da taşıdığını ifade etmek gerekiyor.
Yılın en önemli ve umut verici gelişmesi şüphesiz Devlet yetkililerinin Öcalan ile İmralı’da görüşmelere başladıklarını açıklamalarıydı. Bu gelişme iki yılı aşkın bir süredir sürdürülen Tecrit politikasının yumuşaması ve Kürt sorununda çözüme gitme noktalarında önemli adımlar olarak görüldü ve kabul gördü.
Kamuoyunun bu adımlar karşısındaki görüşleri pozitif olarak ortaya çıktı ve başta basın yayın organları ve aydınlar olmak üzere birçok kesim tarafından olumlu görüşler paylaşıldı. Meselenin en önemli boyutu muhatap meselesinin doğru olarak belirlenmiş olmasında yatmaktaydı.
Bu olumlu havayı birden karanlığa düşürmeye yöneltebilecek siyasi kişilere yönelik Paris’ten gelen cinayet haberi duyguların buz tutmasına neden oldu. PKK’nın kurucularından olan Sakine Cansızın da aralarında olduğu üç Kürt kadın siyasetçisinin öldürülmesi sürmekte olan olumlu havaya karabasan gibi çöktü. Bu cinayetler karşısında başta Kürt kamuoyu olmak üzere geniş çevreler tarafından tepkiler dile getirildi ve cinayetin bir an evvel çözümlenmesi istendi.
Cinayetin işlenişi hangi tetikçi tarafından yapılmış olursa olsun, kim nereden sızma yapmışsa yapsın sonuç olarak ortaya çıkan durum Kürt sorununun görüşmeler yoluyla çözümlenmesi çabalarına engelleyici bir adım olarak değerlendirildiği açıktır. Bu değerlendirmeye de katıldığımızı belirtelim. Buna rağmen olayın soğukkanlılıkla izlendiği ve provokatif olayların önüne geçildiğini belirtmek gerekir. Gerek Fransa’daki cenazelerin uğurlanması sırasında gerekse Türkiye’de ve Diyarbakır’daki karşılama ve uğurlama törenleri esnasında büyük bir sağduyunun hâkim olduğunu sevinçle gördük. Hiçbir olayın çıkmaması aslında tarafların barışı görüşmelerini sürdürme konusunda ne kadar ciddi ve hassas olduklarını da göstermiş oldu. Cenaze törenlerinden önce yaptığı konuşmada bunun bir samimiyet göstergesi olacağını belirten Başbakan Recep Tayip Erdoğan ve AKP yönetimi cenazeden sonra gördükleri sağduyuyu teşekkürle yanıtlarken Başbakanın son olarak Gaziantep’te yaptığı konuşmada söylemde nakarata dönmesi şaşırtıcı olmuştur. Sayın Başbakan “Kürt sorunu yoktur” tekerlemesini tekrar ederek galiba sinir testi yaptırıyor. Etnik ve dini milliyetçiğe karşı olduğunu, Kürtleri sevdiğini belirtiyor. Buna itiraz edilecek bir şey yok. Ancak doğru muhatap belirlenmiş ve görüşmeler başlamışken kamuoyuna yönelik yapılan açıklamaların kafa karıştırmaktan ve güvensizlik yaratmaktan başka işe yaramadığını da belirtmek gerekmektedir. Bir yandan Suriye rejiminin yaptıklarını ortaya döküp zulüm ile abad olunamayacağını açıklamak, öte yandan ülke içinde ve dışında operasyonları aralıksız sürdürmek çelişkisinin nasıl izah edileceğini beklemek gerekiyor.
Felsefi tartışmayı okurlarımız bilmektedirler. “Hiçbir şeyin yoktan var vardan yok edilemeyeceği, maddenin dönüşüme uğradığı” tezine karşılık yoktan var etmenin ilahi güç olduğu tezi meselesi. Bir de sihirbazların var olan bir şeyi insanın gözü önünde görünmez kılmaları gibi bir maharetleri var. İşin tartışması bir tarafa ama var olan bir sorunun yok denilerek yok olmayacağını artık sayın başbakanın iyi kavraması ve ona göre konuşması gerektiği açıktır.
Evet, kelimelerle oynarsak Türkiye’de bir Kürt sorununun olmadığını söylemek mümkün. Sorun Kürt sorunu değil Kürtlerin haklarının verilmemesinden kaynaklanan bir Türkiye sorunudur. Eğer kastedilen bu ise başbakanı tasdik etmek doğru olacaktır ancak sanırız başbakan bunu kast etmemektedir. “Ben Kürtler vardır” dedim sorun ortadan kalktı demek istiyorsa bu konuda da yanıldığı ortadadır. Her gün yurttaşların kanlarının akmasına neden olan olayların olduğu bir ülkede sorun yoktur demek abesle iştigal etmek demek olur.
Ülke içinde sürdürülen aralıksız operasyonların yanı sıra görüşme trafiğinin olumluya evirdiği bir anda sınır dışına hava akınları düzenlemek ve insanları orada öldürmek her halde bir iyi niyet hediyesi olarak kabul edilecek bir davranış olmaktan uzaktır.
Sonuç olarak başta hükümet olmak üzere tarafların güven artırıcı adımlar atmaları gerektiği ve söylemlerini olumluya evirmelerinin daha yararlı olacağını düşünmekteyiz. Kimsede sihirli değnek olmadığına göre sorunlara yok demek de sorunları ortadan kaldırmıyor.