İnsanlık tarihinde koruma amaçlı olarak değişik dönemlerde değişik uygulamaların varlığı bilinmektedir. Bu uygulamalardan biri de sınarlarda örülen duvarlar ya da yerleşim yerlerini birbirinden ayıran duvarlardır.
Dünyanın en uzun seti olan Çin Seddi koruma amaçlı olarak yapılan bir yapıdır ve son olarak UNESCO tarafından dünya mirası listesine alınmıştır. M.Ö 400-200 yılları arasında yapılan bu set günümüzde insanları hayrete düşüren ve düşündüren bir korku ve endişe abidesidir.
Bu mantık sadece Çin de değil dünyanın değişik yerlerinde de uygulanmıştır. İkinci Dünya savaşından sonra Almanya’nın Berlin kentini ikiye bölen utanç duvarı sadece Almanların bir kentini değil ülkesini ve düşünce sistemini de ayırmayı hedeflemiştir.
Son dönemlerde duvar uygulamasında ısrar eden başka bir devle ise İsrail’dir. Siyonist mantık Filistin halkına uyguladığı ambargo biçimlerinden birini de duvar örerek uygulamaya çalışmaktadır.
Duvar uygulayıcılarının mantığı fiziki engeller yaratarak insanları ve düşüncelerini birbirinden ayırmaktır. Koruma ve savunma amaçları her ne kadar ön planda tutulsa da gerçek farklıdır. İlk çağlarda bu önceliği biraz olsun anlamak mümkün olsa da günümüzde duvar mantalitesini savunma eksenli anlamanın imkanı yoktur.
Kaldı ki bu mantalite ilk çağlardan itibaren de başarılı bir sonuç vermemiştir. Çin seddinin yapılması Çin işgalini önleyememiştir. Berlin duvarının yapılması ve Almanları bölmesi Alman birliğinin önüne geçememiş bütün baskılar rağmen 80’li yılların sonunda bu duvar ve kuruluş mantığı yerle bir olmuştur.
İsrail deki uygulamaların bütün dünyanın nefreti ile birlikte yürüdüğünü duvar uzadıkça nefretin ve tepkinin büyüdüğünü söylemeye bile gerek yok.
Şimdi gelelim bu yazıyı neden yazdığımıza ve bizdeki duruma.
Ottowa sözleşmesi gereği ülkeler vardıkları anlaşmaya göre sınırlarında bulunan insanlar ve canlılar için tehlike arz eden mayınları toplamayı taahhüt etmişlerdir. Bu sözleşmeyi imzalayan ülkeler arasında Türkiye de bulunmaktadır. Bu anlaşmaya göre ülkemizin güney ve doğu sınırları ile değişik yerlerinde bulunan mayınlı alanların temizlenmesi gerekmektedir. Ancak ne yazık ki bugüne kadar uzatmalara gidilmiş ve temizlenmesi gereken alanlar halen temizlenmemiştir. Özellikle Suriye sınırını baştanbaşa kaplayan mayınlı alanlar ve teller ayın zamanda binlerce dönümlük tarım arazisini de heba etmektedir. Son dönemde hükümetin ortaya koyduğu mantık bu alanların mayından temizlenerek tarıma açılmasıydı ancak ne hikmetse bitmesi gereken proje bir türlü başlatılamamakta veya yürütülememektedir.
Bu eksik ve aksaklığın kaldırılmasının beklendiği bir dönemde Hükümet almış olduğu ani ve anlaşılmaz bir kararla Nusaybin’de sınır bölgesinde Duvar örmeye başladı. Herkesin duvarları yıktığı bir zamanda böylesi bir uygulamanın tepki çekmemesi elbette mümkün değil. Bu duvara karşı tepkisi ortaya koyan Nusaybin Belediye Başkanı Ayşe Gökkan tam da mayınlı alanda kamp kurarak ölüm orucuna başladı.
Daha evvel de yazdığımız yazılarda belirtmeye çalıştık ancak anlaşılmamış olduğunu varsayarak tekrarlayalım.
1-     Türkiye’nin sınırlarında yapması gereken uygulama sınır güvenliğinin ilkel metotlarla korunması değil teknolojinin kullanılarak gözetimin sağlanmasıdır
2-     Sınırları asker nöbeti ile koruma dönemi sona erdirilmelidir.
3-     Güney ve Güneydoğu ile Doğu sınırı dahil olmak üzere yapılması gereken uygulama sınır koyup koruma yerine var olan fiziki engelleri kaldırarak sınır oluşumuna doğal nüfus yapısına bırakmaktır. Yani demografik yapının doğal yapısının sınırı oluşturması hedeflenmelidir.
4-     Bölgede yapılan fiziki engeller ki buna duvar dahil her ne kadar güvenlik ve benzeri amaçlarla yapıldığı belirtilse de yarattığı algı tamamen bu belirlemenin dışındadır ve vatandaş bunu ayırımcılık olarak algılamaktadır.
5-     Nusaybin ve benzeri yerlerde yapılan duvarlar hiçbir şekilde hedeflenen amaca ulaşamayacağı gibi ülkeyi uluslar arası kamuoyu karşısında hak etmediği bir algıyla baş başa bırakacaktır
 
Bu ve benzeri nedenlerle bu duvarın yapımından derhal vazgeçilmeli ve farklı uygulamalar düşünülmelidir.
Yurttaş olarak hak ve sorumluluğumuz bu uyarıları yapmayı gerektiriyor. Karar vericilerin görevi de taleplerimizi dikkate almalarıdır. Aksi durumda baltayı kendi ayağımıza vurmaktan başka bir iş yapmış olmayacağız. Ülkede bu devirde bir utanç duvarı mantığı ile ülkeyi utanç içinde bırakan bir uygulamaya imza atılmış olacak.