22 Mart’ın Dünya Su Günü’nü unutmuşum. Dünya Su Günü’nde çeşitli etkinlikler düzenlenerek suyun önemine dikkat çekiliyor.

Bu yıl Batman’da bir etkinlik düzenleyemedik. Doğrusunu söylemek gerekirse o günü unuttuğumdan bir basın açıklaması yapmak bile aklıma gelmedi.

Toplumumuz suyun öneminin farkında değil. Zira su kıtlığı yaşamamışız.

Bir yanımız Dicle, öte yanımız Fırat…

Bir yanımız Mereto ve Kulp dağlarından kopup gelen Batman çayı…

Öte yanımız Garzan…

UNİCEF’İN DÜNYA SU GÜNÜ AÇIKLAMASI…

Su zenginiyiz hali hazırda. O nedenle susuzluk yaşayan toplumların farkında değiliz. Şu habere bakalım:

“UNICEF, Dünya Su Günü’nde, su kıtlığı sebebiyle 2040 yılına kadar 600 milyon çocuğun ölüm ya da hastalık riski bulunacağı uyarısını yaptı.

Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF), “Dünya Su Günü”nde yayımladığı raporunda iklim değişikliği, giderek artan kuraklıklar ve dünyanın birçok yerinde yaşanan çatışmalar nedeniyle güvenli su kaynaklarının hızla tükenmesinin çocuklar üzerindeki etkilerine dikkati çekti.

Rapora göre, her geçen yıl suya olan talep arttığı ancak güvenli su kaynaklarının azaldığı dünyada 36 ülke “son derece ciddi su sıkıntısı” yaşıyor.

Dünyada her gün 5 yaş altı 800’den fazla çocuk temiz su ve hijyene erişimi olmadığı için ishalden hayatını kaybediyor.

Su kaynaklarının hızla azalması dolayısıyla 2040 yılına kadar dünya genelinde her 4 çocuktan biri yani 600 milyon çocuk ölüm ya da hastalık riski yaşayacak.

Raporda ayrıca kuraklığın vurduğu bölgelerdeki birçok çocuğun her gün saatlerce temiz içme suyu bulmaya çalışırken okula gidememesi ve kız çocuklarının bazen saldırılara maruz kalmasına dikkat çekiliyor.

Kuraklığa bağlı kıtlığın yaşandığı Somali, Güney Sudan ile Nijerya ve çatışmaların yaşandığı Yemen’de 1,4 milyon çocuğun aşırı derecede yetersiz beslenme nedeniyle ölüm riski bulunuyor.

Etiyopya’da 9 milyondan fazla kişinin bu yıl temiz içme suyuna erişimde sıkıntı yaşayabileceği belirtiliyor. Rapora göre, dünya nüfusunun yarısı ise 2050’de su kaynaklarına yeterli derecede ulaşamayacak.”

Rapor dehşet verici. Merak ediyorum, şu yazımı okuyan okurlarımın kaçta kaçı bu bilgilere sahipti?

Durumun bu kadar vahim olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Toplumlar su konusunda bilinçlenmedikçe inanın bu acı gerçeklerin farkında olmayacağız.

Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da önemli bir konferans yapıldı. Birkaç yıl önce Batman’a gelen Kızılderili aşiret reisinin kızının mücadele verdiği Belo Monte Barajı’na da dikkat çekilmiş söz konusu konferansta. Konferans düzenleyicisi Su Hakkı Kampanyası’nın değerlendirmeleri önemli, bilginize sunmak istiyorum:

“Farkındayız, hissediyoruz, biliyoruz ve yaşıyoruz; su sorunu her geçen gün büyüyor ve baş edilebilecek bir sorun olmaktan çıkıp kriz haline dönüşüyor, tüm canlı yaşamını tehdit eder hale geliyor. Acilen bu soruna bir çözüm bulmamız gerekiyor. Ama nasıl? 18 Mart’ta Dünya Su Günü vesilesiyle yaptığımız etkinlikte hep birlikte bu soruya cevap bulmaya çalıştık. Etkinliğimiz Brezilya’da, Amazon Nehri’nin en büyük kollarından birisi olan Xingu Nehri üzerine yapılmış ve su tutmaya başlamış bir baraj olan Belo Monte filminin gösterimi ile başladı. Dünyanın en büyük dördüncü hidroelektrik baraj kompleksi olan Belo Monte, Xingu Nehri’nin akıntılarını %80 oranında yönlendirebilecek kapasitede. Bu baraj Brezilya’da kültürel ve biyolojik çeşitliliğin yaşayan sembollerinden birisi olan, 40 farklı etnik gruptan 25 bin yerliye ev sahipliği yapan Xingu Nehri havzasına yapılıyor. Baraj kurulmadan önce de, inşası sırasında da çevrecilerin ve insan hakları aktivistlerinin yıllar boyunca sürdürdükleri protestolarla karşı karşıya kaldı. Zira barajın yapımı ile birlikte, bölgedeki yerli halkların yerinden edileceği ve dünyanın biyolojik açıdan en zengin bölgelerinden birisinin tahrip edileceği gün gibi ortadaydı. Büyük katılımlarla gerçekleşen protestolara ve uluslararası örgütlerden gelen tepkilere rağmen Brezilya hükümeti bu tartışmalı projeyi hayata geçirmek için her şeyi yaptı. Çevresel maliyeti yok sayan Çevre Etki Değerlendirme raporları; insanları tarihinden, kültüründen ve yaşam kaynaklarından uzaklaştırmanın bedeli olarak verilen kamulaştırma bedelleri ile insanların yoksulluğa itilmeleri; hükümet ve şirketin söz verip yapmadıkları; yolsuzluklar ve dahası.

Belo Monte-Selin Ardından belgeselinde izlediklerimiz maalesef dünyanın dört bir yanında ve Türkiye’de de yaşanıyor. Türkiye’nin dört bir yanında da enerji, içme suyu temini ya da tarımsal sulama için yapıldığı iddia edilen barajlar, HES’ler, havzalararası su aktarım projelerinin ardı arkası kesilmiyor. Kamusal su hizmetinin sadece su teminine indirgenmesi ve bunun ekolojik ve ekonomik maliyeti yüksek projelerle karşılanması sonucu su faturaları yükseliyor ancak  musluklardan su içilemiyor.

Su krizinin önüne geçebilmek için öncelikle su varlıklarının mutlak korunması gerekiyor.

– Su herhangi bir ihtiyaç maddesi değil, yaşamın ayrılmaz bir parçası, temel bir insan hakkıdır. Tüm canlıların ortak varlığıdır. Su ne şirketlerin para kazanacağı bir araç, ne de devletlerin elinde ekonomik bir kaynak veya stratejik bir silahtır.  Su varlıklarının ve hizmetlerinin özelleştirilmesi, metalaştırılması ve ticarileştirilmesine hayır diyoruz. Suya tüm canlıların eşit biçimde erişiminin garantilenmesi için su hakkımızın anayasal güvence altına alınmasını, suyun yönetimine yerellerde demokratik ve etkin bir katılım sürecini talep ediyoruz.

– Sudan kâr edilmesini dayatan tüm neoliberal politikaları reddediyoruz. Yerel yönetimleri su hizmetlerinde tam maliyet prensibi ve kârlı çalışmaya zorunlu kılan yasal düzenlemelere ve uygulamalara hayır diyoruz. Musluklarımızdan içilebilir nitelikte su akmasını, temel ihtiyaçlarımıza yetecek miktarda suyun ücretsiz verilmesini ve tüm bu adımların kamu kaynaklarınca finanse edilmesini talep ediyoruz.

– Gölleri, nehirleri, denizleri, yeraltı sularını ve sulak alanları korumak bugün ve gelecek nesillerin fiziki olarak suya erişimi için zorunludur. Su varlıklarını tüketen, kirleten tüm projelere son verilmesini talep ediyoruz.  Su varlıklarının ve ormanlık alanların mutlak koruma altına alınmasını talep ediyoruz.

– Susuzluğa çözüm olarak ileri sürülen yeni barajlar, havzalar arası su aktarımı, deniz suyunun arıtılması, yer altı sularının sınırsız kullanımı gibi uygulamalar ekolojik çözümler olmadığı gibi sosyal ve ekonomik maliyetleri yüksek, sadece günü kurtarmaya yönelik adımlardır. İklim değişikliğini durdurmadan su krizine çözüm bulunamaz. İklimi değişikliğini durdurmak için fosil yakıt kullanımına son verilmesini, derhal kapsamlı etkin adımlar atılmasını talep ediyoruz.

Bizler “Kâr değil önce insan ve doğa” diyoruz. Dünya Su Günü’nde susmayıp, su hakkımızı ve yaşamı savunmaya kararlı olduğumuzu bir kez daha dile getiriyoruz.”

Bu güzel değerlendirmeleri önemsiyor ve destekliyorum. Toplumumuzu bu konuda eğitmemiz lazım. Duyarlı bir toplum olmamız dileğimle.