Türkiye son dönemde geliştirdiği diplomatik gelişmeler sayesinde Suriye ile sıcak temaslar sağlamanın peşinde. Özellikle Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması döneminde hayli gerilen ilişkiler bu tarihten sonra yeni bir ivme kazandı diyebiliriz. “Hem nalına hem mıhına” vurma alışkanlığı tarihi olan Türkiye’nin bu girişimlerini irdelemek gerektiğini düşünmekteyiz. Eğitimde kullandığı haritalarında bile hala Hatay’ı kendi toprağı sayan ve buna Türkiye’den itirazlar yükselirken bu anlaşılmadık dostluk sahnelerinin altında gerçekten buzların eritilip yeni bir döneme mi giriliyor yoksa başka planların oyuncağı mı olunuyor? Bunu iyice anlamakta fayda bulunmaktadır.

    Bir süredir Türkiye’nin temasları sonucunda (İsrail’in direktifleriyle) İsrail ve Suriye yetkilileri İstanbul’da bir araya gelme kararı almış durumdadırlar.1967 yılında yapılan savaşta İsrail Golan tepelerini ele geçirmişti.Bu durumu hazmedemeyen Suriye ve Mısır 1973 tarihinde Yahudilerin en kutsal bayramı sayılan Yom kippur (Kefaret günü) bayramında Golan tepelerini geri  almak için saldırıda bulundular.Suriye ve Mısır ordusunun 8 bin 500 kayıp verdiği çatışmalarda İsrail 6 bin kayıp verdi.Çatışmalarda İsrail saldırıları püskürterek 1967 de aldığı toprakların sınırını da geçti. Diplomatik girişimler sonucunda ateşkes sağlandı BM 338 sayılı kararı ile Ateşkes ve görüşme kararı aldı.

     Bu tarihten beri İsrail ve Araplar arasında gerginlik süre gelmektedir. Golan tepelerinin İsrail’in yıllık su tüketiminin 1/3’lük bölümünü sağladığını da belirtelim.

     Ülkelerin var olan sorunları çözme konusunda çaba sarf etmeleri en güzel gelişmedir. Ortadoğu gibi kaynayan kazan durumunda olan bir bölgede barış konusunda arabuluculuk yapmak Türkiye gibi güçlü bir devletin elbette tarihi sorumluluğudur. Ancak barışçıl politikalarda arabuluculuk yapan bir ülkenin aynı barışçıl mantığı kendi sorunları konusunda da göstermesi gerekir. Kendi sorunlarını görmezlikten gelip başkasının sorunlarını çözme gayreti insana “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” dedirtecek cinsten bir gelişme.

     Uluslararası politika süreklilik ve istikrar isteyen bir konu. Son dönemde ki gelişmeleri izleyince sanki dış politika Kürt  eksenli yürüyor gibi bir izlenim doğuruyor.Su sorunları ve su meselesinin yüzyılımızın temel faktörü olduğu kesin.Türkiye’nin bu kozu kullanması kadar doğal bir süreç olamaz elbette.Kimsenin buna itiraz edecek hali de yok. Ama kelin, ilacını önce başına sürmesi gerektiği kanısındayız. Suriye ile ilgili gelişmeler, Ermeni açılımı, Irak ile ilişkiler, ABD’ye rağmen İran ile flört etmelerin altında aynı konu var gibi bir izlenim doğuyor.

     Sakın Türkiye’nin barış çabaları istenmiyor mu gibi yanlış bir kanıya kapılmayın. Barış istemek ben insanım diyen herkesin en temel görevi. Ortadoğu’da barışa karşı durmak İnsana karşı durmak ile eş anlamlı. Ama barışın önceliği öncelikle kendi topraklarımıza verilmelidir. Barışı önce kendi içimizde tesis etmeliyiz. Kendi meselesini barışla sonuçlandırmayanların başkalarına barış getirebilme girişimleri abesle iştigalden öteye gitmez diye düşünüyoruz. İsrail- Suriye savaşında kaybedilen insan sayısı 15 bin civarında.Toprak ise Golan tepeleri. Biz adı konulmamış bir savaşta 40 bin can verdik. Kendi toprağımızda Golan’ın birkaç kez genişliğinde alanlarda yasak bölgeler ilan ettik. Ticaret yollarımızı kapattık. Onlarca uçaktan oluşan filolarla bombardımanlar gerçekleştiriyoruz. Mahkemelerimizde, barıştırdığımız ülkelerin nüfuslarına yakın bir rakamda insan yargılattırdık. 3-4 bin köyümüzü boşaltmak zorunda kaldık. Binlerce insanımız göç etmek zorunda kaldı.

    Şimdi durup düşünelim. Barış önceliği bizim mi yoksa komşu ülkelerin mi? Hükümetten beklentimiz “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesini bir bütün olarak yaşaması ve yaşatmasıdır. Yurtta savaş cihanda barış ilkesi bu devleti kuranların temel ilkesi değildi. Tarih ile övünülecek ise çok uzaklara kadar gitmeye gerek yok Cumhuriyet tarihinin başlangıcına bakalım yeter.