“Kimsenin bir tek çakıl taşında bile gözümüz yok” diyen bir ülke yönetiminden artık açık açık komşuların iç işlerine müdahalede bulunan ve bunun için açıklamalar yapan bir ülke yönetimine geldik.

Komşularla sıfır problem iddiası ile ortaya çıkan ancak yıllar sonra komşularla ful problem yaşayan bir ülke konumuna geldik.

Tek millet, tek devlet, tek bayrak sloganları ile yeri göğü inleten liderlerden yaptıkları müdahalelerle artık Türkiye cumhuriyeti devletinin liderliğinden çok başka ulusların veya kavimlerin liderliğine oynayan liderlere sahip olmaya başladık.

Bütün bunlar hayra alamet olan gelişmeler değil elbet. Bunun örneklerini hem Kürdistan federe devletinin yapılanması döneminde yaşadık hem de şimdi Suriye’deki kanton yapılanmalarında yaşıyoruz. Konu Kürtler olunca veya Kürt coğrafyası olunca liderlerimizin her nedense kimyaları bozuluyor.

Bu işin son örneğini 25 Ekim tarihli haberlerde gördük. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmasında görüyoruz.

“Memur-Sen Konfederasyonu'nun Ankara Arena Spor Salonu'nda düzenlenen "Millete Vefa Yolunda 20 Yıl" programında konuşan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, önemli açıklamalarda bulundu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, ''Tel Abyad'a DAEŞ giriyor. Daha sonra DAEŞ oradan çıkıyor ve Tel Abyad'a bu defa PYD giriyor. Hepsi kolektif bir oyun. Oranın yüzde 95'i Arap ve Türkmen. Yüzde 5 Kürt var. Böyle bir yerde şu anda orası boşaltıldı. Önce ülkemize geldiler sonra tekrar Tel Abyad'a geri döndüler. Dert, orayı kantona dönüştürmek ve ilan ettiler kanton diye. Bu Türkiye'ye artık bir tehdit oluşturmaya başlamıştır. Öyleyse gereğini Türkiye yapacaktır. Bunu herkes bilsin'' diye konuştu.”

Bu konuşmada üç unsura dikkat etmek gerekiyor.

Birincisi; Grê Sipî veya sayın cumhurbaşkanının tanımlaması ile Tel Abyad kantonu veya özerk yapısı Türkiye’ye nasıl tehdik oluşturmaktadır ve hangi güç ile bu tehdidi savurmaktadır?

İkincisi; oradaki nüfusun %95’i eğer Arap ve Türkmen ise neden bu unsurlar bu yerlerde kalmayı ve kendi toprakları için mücadele etmeyi denemiyorlar.

Üçüncüsü; sayın cumhurbaşkanı Arap mıdır yoksa Türkmen mi? Eğer gerçekten Türkmenleri ve Arapları koruma adına hareket ediliyorsa şu anda Kürtlerin yaşam alanlarında bulunmayan ve sürekli sürgün hayatı yaşatılan Arap ve Türkmenleri korumak için neden sayın cumhurbaşkanı harekete geçmiyor?

Şimdi duruma biraz açıklık getirmeye çalışalım. Sayın Cumhurbaşkanının hedefleri arasında Sünni dünyanın liderliğine oynama gayretlerinin bulunduğu artık gizlenemeyecek kadar açık görünüyor. Bu sayede Osmanlının İslam dünyasında sahip olduğu makam ve rol üstlenilmek isteniyor görüntüsü var. Lakin Arap dünyası bunu artık kabul etmiyor. İyi bir ilişki düzeyine evet diyen bu dünya artık Türklerin liderliğini kabul etmediğini her hareketi ile ortaya koyuyor. Hatta bu amaçların gerçekleşmesi için Türkiye hükümetinin radikal İslamcıları desteklemesini (Mısırda olduğu gibi) benimsemiyor ve bunu müdahale olarak görüyor. Suudi Arabistan yemene müdahale ederken Türkiye’yi koalisyon güçleri arasına alma gereksinimi bile duymuyor. Bu nedenle artık bizim de kendin çal kendin oyna siyasetinden vazgeçmemiz gerekiyor. Kaldı ki Araplar hem Sünni hem de Şii unsurları ile Türkiye’nin kendi iç meselelerine müdahil olmasını istemediklerini her açıklamalarında dile getiriyorlar. Kısaca ve özetle Türkiye’nin ya da hükümetin Arap hamiliği boşunadır ve bunu Arap halklar da kabul etmiyor. Türkiye’nin dış politikası belirlenirken bunun aile içi duruma göre düzenlenemeyeceğini artık yöneticilerimiz görmelidir.

İkincisi Türkmenlerin durumudur. Türkmenlere yönelik ilk saldırılar başladığında ki bu Kürt bölgesinden çok Halep çevresi ve Hatay’ın güney kesimlerde başlamıştı gerekli yardımların yapılması gerektiğini hatırlatmış ve yazmıştık. Keçilerin kıçına bez bağlamayı zorunlu hale getiren anlayış eve gelmeyen erkeklerin eşlerini saflarına katmaya çalışırken da bu uyarıları yapmıştık. Ancak yetkililerimiz ne hikmet ise bu durumu tehlike olarak görmemiş ve bu kadar sert açıklamalarda bulunmamışlardı. Demek ki mesele orada bulunan Türkmenlerin güvenlikleri falan da değil. Çünkü Suriye’deki bütün Türkmenleri Türkiye’ye alsak bugünkü kadar mülteci kabul etmiş olmazdık.

O halde Sayın cumhurbaşkanının dikkat çekmeye çalıştığı ve tehlike olarak gördüğü mesele ne Arapların hakları ne de Türkmenleri durumudur. Çünkü daha birkaç yıl önce bu hakları gasp eden Esat ve ailesi sayın cumhurbaşkanının baş konuğu olarak Türkiye’de saraylarda ağırlanmaktaydı.

Mesele Kürtlerin Suriyede sahip olmaya başladıkları konumla ilgilidir ve tehlike olarak görülen aslında Kürtlerin bir güç haline gelmeleridir. Sayın Cumhurbaşkanı asıl bu meseleyi tehlike olarak görüyor. Ancak doğru politika Kürtleri ve yapılanmalarını tehlike olarak görmek değil bu güçlerle var olan tarihsel kardeşliği ve ortaklığı pekiştirmek olmalıdır. O zaman ne bu hiddete ne de bu celallenmeye gerek kalacaktır. Eğer Türkmenler ve Arapları seviyorsa onların da yeni yapılanmada kendi kararlarını almalarına yardımcı olacaktır. Korkunun ecele faydası yok. Türkiye bu saatten sonra Suriye topraklarına asker sokarsa bu bataklığın faturasını ödeyen ülke olacaktır. Bu nedenle sakin olmak ve doğru düşünmek gerekiyor. Hiddetlenmeden, şiddetlenmeden ve celallenmeden!