Yargı- yönetim ilişkisi toplumsal yaşamın gelişimi ile birlikte tartışılan bir konudur. Özellikle insanlar bir arada yaşamaya başlayıp ortaya da bir yönetim ihtiyacı çıktığında bu yönetim şeklinin adalet unsuru taşıması gerektiği genel kabul görmüştür.
Zaten yönetim şeklini farklı kılan da bu yönetim şekillerinin uyguladıkları yönetim biçimi ve iktidar veya gücün nasıl sınırlandırıldığı meselesinden kaynaklanmıyor mu?
Totaliter rejimlerde kanun kral veya padişahın ağzından çıkan sözdür. İktidarı elde tutan veya tutanların gücünü sınırlandırma umudu doğuran tek mekanizma yargı veya adalet mekanizmasıdır.
Demokratik yönetimlerde ise oluşturulan güçler ayrılığı ve yapıların birbirini kontrol etme durumlarından dolayı güçsüzün korunması da mümkün olmaktadır. Yasama, yargı ve yürütme farklı insanlar tarafından yürütüldüğü için toplumun düzenli yaşamı da güvence altına alınmış olmaktadır.
Kısacası güçlünün gücü adalet mekanizması ile sınırlandırılırken adaletin tecellisi de güç sayesinde gerçekleştirilir ve doğal bir denge oluşturulur. Doğaldır ki bu durum adaleti yerine getiren erkin bağımsızlığını ve tarafsızlığını beraberinde getirir. O toplumun tamamı için uygulanan yaptırımlar aynıdır ve cezalandırmalar kişi veya gruplara göre değil suça göre belirlenir. Elbette aynı suça verilen cezada aynı olur.
Ülkemizde memleketin tanımı yapılırken diyardan diyara farklılıklar sergilendiğini biliyoruz. Yakın tarihimizde de birçok örneği var. Mesela ülkenin Doğu ve Güneydoğusuna bir türlü asıl adı ile hitap edilmez. Bu bölgelerimizde yaşayan Kürt yurttaşlara da yakın zamana kadar Kürt denmemesi gibi. Bu yörenin insanları şarklı olur, doğulu olur ama asla etnik yapısı ile adlandırılan bir toplum üyesi olmaz. Kürt demek adeta suçluluk ifade eder. Coğrafik tanımlamalar da aynı akıbeti paylaşır. Doğu bölgemiz olur, şark olur, şark veya doğu vilayetleri olur, Fırat’ın doğusu olur ama asla “Kürdistan” olamaz. Çünkü bu tanımlama öcü bir tanımlama olarak kabul edilir.
İşte kendi kendimize yarattığımız bu öcüler sayesinde bir türlü doğru tanımlamayı yapamadığımızdan memleketi idare ederken veya idare etmeye çalışırken de farklılıklar ortaya çıkar. Meclistekiler mecliste tartışmaya devam eder. Hükümet sorunu çözmek için netleşemez. Yargının bir bölümü ise çözüm üretim yeri olacağına kendisini taraf yerine koyup işleri içinden çıkılmaz bir duruma sokar. Çünkü özel yetkilidir, çünkü özel bir şekilde yargılamada bulunur. Çünkü önüne gelen dosyada bulunan insanlar zaten potansiyel suçlu durumundadır!
Oysa bir ülkenin sorunu ancak o ülkede bulunan bütün kesim veya kesimlerin ortak hareket etmesi ve uzlaştırıcı bir rol oynaması ile mümkün olabilir. Olur da, bu durumda yasama ve yürütme ortaklaşır da bir yanlışa yönelirse işte tam da bu noktada yargıdan yanlışı durdurması ve yol açıcı olması beklenir.
Son dönemde bazı tıkanmaların önünü açmak için Anayasa mahkemesinin aldığı karar gibi. Balbay örneğindeki gibi anayasa mahkemesi yasama ve yürütmenin çözmek için anlaşamadığı bir kaotik durumu yargı mekanizması eliyle çözme fırsatı yaratmıştır. Yerel mahkeme de bu yol göstericiliği iyi görüp aldığı kararla memlekette demokrasi ayıbı olan Milletvekilinin cezaevinde bulunması durumuna son vermiştir.
Bu durum karşısında çözüm süreci ruhuna uygun olarak ortaya çıkan beklenti cezaevlerinde bulunan Kürt seçilmiş milletvekillerinin de benzer uygulama ile serbest bırakılarak meclise gönderilmeleriydi. Savcının tahliye talebine karşılık Diyarbakır 5. ve 6. Ağır ceza mahkemeleri yaptıkları değerlendirmeler ile tahliyeye karar vermedi. Bu durum memlekette çifte bir uygulamayı da gözler önüne serdi.
Batıdaki yargı ile Doğudaki yargı farklı tellerden çalmayı uygun gördü. Batıda tahliye diyen yargı Doğuda tutukluluğa devam kararı verdi. Bu tavrı ile bizim yargı sizin yargıya benzemez mantığını ortaya koymaya çalıştı. Oysa ülkenin birlik ve bütünlüğü konusunda hassasiyet gösteren mercilerin ülkede farklı uygulamalar gerçekleştirdiklerinde bu hassasiyetleri ile çelişip çelişmediklerini de gözden geçirmeyi bir görev bilmeliler. Yasalar eğer ülkenin doğusunda ve batısından farkı uygulanırsa ülkenin doğusu ve batısı zaten bir birinden koparılmış olmaz mı?