Son günlerin moda tartışma kelimelerinden birisi “Kürdistan” oldu. Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın Diyarbakır buluşmasında “Irak Kürdistan’ı” tanımlamasını kullanmasından sonra CNN deki bir programa katılan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir “Türkiye Kürdistan’ı” tanımlamasına vurgu yaptı.
Peki, bu tılsımlı sözcüğün kullanılması neyi değiştirir derseniz işte orada biraz durmak gerekiyor. Çünkü bugüne gelene kadar bu köprünün altından çoooook sular aktı bu topraklar üzerinde çooook kanlar döküldü ve bu sözcük artık yeni haliyle barış, kardeşlik, birlikte yaşama, büyüme ve güçlenme manalarını içerebilir. İçerebilir diyoruz çünkü bunun gerçekleşmesi için insanların kullandıkları bu sözcüğün içeriğini doldurmaları ve arkasında durmaları gerekir.
Bazı sözler ve adımlar vardır ki söylendikten veya atıldıktan sonra onu geri almak pek mümkün değildir. İsteseniz de geri adım atılmaz artık. Bu kelime de öyle bir kelime ve tanımlamadır.
1991 seçimlerini ve ülkeni içinde bulunduğu koşulları hatırlarsanız buna benzer bir söylemi de unutmamış olmanız gerekir. O zaman dönemin aktif politikacısı ve başbakan Süleyman Demirel “Kürt realitisini tanıyoruz” demişti. Diyarbakır’da söylediği bu sözü daha sonra Batman Öğretmen evi açılışında da tekrarlamış ve bu konu epey tartışılmıştı.
Bu söylem aslında var olan bir gerçeğin devlet dilinden kabulü anlamını ifade ettiği için önemliydi. Diyeceksiniz ki bu sözden sonra bölgede tarihte görülmemiş bir katliam girişimi gerçekleştirildi. Orası doğru. Bu sözden sonra yaşanan bir iç savaştan farksızdı.
Ne insan hakları kaldı,
Ne demokrasi,
Ne düzen,
Ne nizam.
Devlet bile kendi içinde illegal unsurlar oluşturdu ve bölgeye saldı. Ancak bütün bu gelişmelere rağmen tanınan Kürt realitesinden geri gidiş söz konusu olmadı. Bu söz aslında var olanın ikrarı, gerçeğin dile getirilmesi ve normal hale gelmesiydi.
Aradan 20 yıldan fazla süre geçtikten sonra 16 Kasımda Diyarbakır’a gelen Başbakan “Kürdistan” sözcüğünü kullandı. Bu durum da tıpkı 1991 deki durumu andırıyor. Yani bu sözcük de var olanın ikrarı ve normal hale gelişi ifade ediyor. Bu coğrafyada bir Kürdistan var İran, Irak ve Suriye’de bile söylenen ancak bizde söylenmesi yasak olan. Başka bir deyişle bir “Kürdistan varmış söylenmeyen.”
Aslında bu sözcüğün ilk isim babası Selçuklular. Daha evvel Sobarto, Medya, Mezopotamya gibi isimlerle adlandırılan bu coğrafya Selçuklular döneminde “Kürdistan” olarak adlandırıldı. Yani Kürtlerin yaşadıkları topraklar. Ancak Selçukluların 1000 yıl önce kullandıkları sözcüğü bin yıl sonra tekrarlamak bile ülkede ne yazık ki tartışma konusu olabiliyor.
Ancak her ne kadar geç kalınmış olsa bile bu tanımlamayı kullanmanın öyle kolay olmadığını bilmek gerekiyor. Bakmayın bu günlerde etrafta bolca Kürdistan tanımlamasının kullanılmasına. Çok değil daha 1980 darbesi sırasında da bu kelime can yakmaya devam ediyordu.
Batman’da İhsanê Malêgir diye bir vatandaş yaşıyordu. Bu vatandaş kızının adını “Kürdistan” koymuş kendi düşünce dünyasında bu doğruluk temelinde yaşamaya karar vermişti. Ancak Askeri cuntaya göre bu isim yasaktı! Hangi ismin ne şekilde kullanılacağına devlet karar vermeliydi. Devletin izni olmadan hele hele Kürtlerin varlığı gibi hassas bir konuya gidecek olan Kürdistan sözcüğünü kullanmak hiçbir vatandaşın haddine değildi. Nitekim öyle oldu. Yaşlı amcayı aldılar. Nezaket ölçüsünde kollunu kırdılar ve Kürdistan olan kızının ismini demokratik bir şekilde değiştirterek Gülistana çevirdiler! Böylece ülkenin birlik, beraberlik, barış ve kardeşlik, refah ve selametini sağlamış oldular! Tabi bu sağlamadan sonra ortaya çıkan çatışmalarda 50 binden fazla insanımızın hayatını kaybettiğini ve ülkenin en az 400 milyar dolar maddi kayba uğradığını belirtmek gerekiyor. Faili Meçhulleri, JİTEM ve Ergenekonu, Çeteleri falan saymaya, 3500 köyün boşaltılmasından söz etmeye gerek bile yok.
Bugün bile bu acıları yaşıyorsak yıllardır sürdürülen red ve inkar politikalarının uygulandığı asimilasyoncu mantığın sonuçlarındandır.
Normalleşme ve barış içinde müreffeh bir ülke olmanın yolu doğruluktan geçer. Herkes eğer doğru ve hak olanı ortaya koyarsa herkesin hakkına kavuşması da mümkün olur. Hak olanın inkar edildiği bir düzende ne normalleşme olur ne de birlik ve beraberlik. Bu nedenle önce herkese kendi adıyla hitap edilecek ki kim olduğu anlaşılsın. Ardından da kim oldukları belli olanlar kardeşçe yaşasın. Var olup söylenmeyenler söylenmedikçe gerçeğe varılamaz çünkü. “Kürdistan” sözcüğü de böyle bir şey işte.