Son dönemde basın etiği ve özgürlüğü sıklıkla tartışılır bir konu haline geldi.
Bunun nedeni sadece iktidarın tavrı ile izah edilemez.
Bu konu bizde genel bir algı sorunudur. İşimize geldiğinde demokrasinin olmazsa olmaz unsuru olan olgular yine ülkenin canavar düşmanları olan bölünme, irtica, demokrasi düşmanlığı gibi kılıflar altında sindiriliyor.
Başından empati kurmak gerekir. Herkesin ve kesimin kendisini yoklaması lazım.
Bu ülkeyi gerçekten seviyor muyuz diye?
Bu ülkenin sadece bize ait olmadığını
Bu ülkenin inancının sadece bizim gibi inananlardan oluşmadığını
Bu ülkeye vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin bizim gibi ülkesini sevdiğini
Kimsenin vatandaşının eziyet çekmekten hoşlanmayacağını
Herkesin en az bizim kadar ülkesini sevme hakkının bulunduğunu hesaba katarsak o zaman belki daha gerçekçi kararlar alabilme şansına sahip olabiliriz.
Avrupa parlamentosunda soru soran bir Fransız’a ‘ siz Fransız mısınız?’ diyen sayın başbakanın bu sinirli tavrının her zaman ülkeye kazandırmayacağını bilmek lazım.
Şart ve koşulları hızla değişen bir dünyada yaşıyoruz. Bu gerçekliği iyi kavramak lazım.
Cezaevlerinde çift katlı ranzalarda ikişer kişi yatmakta olan bir ülke durumuna gelmiş isek, tutuklu ve hükümlüleri eşit sayıya gelen bir konumda iken. Cezaevlerinde 45’in üzerinde basın mensubu bulunuyorsa, içerde bile ölümcül hastalıktan gün sayanların serbestliği söz konusu olamıyorsa hangi demokrasi ve insan haklarını dile getireceğiz!
Son zamanlarda yaygın hale gelen bir olgu ise muhalif olan insanların içeriye atıldığı fikrinin yaygın bir kabul haline geldiğidir.
Sunulan gerekçelerin artık inandırıcı gelmediğini belirtmek gerekmektedir.
Cuma günü DİHA muhabiri çalıştığı bürodan ifade vermek için alındı. Erdoğan Altan ilimizdeki bütün gazeteci arkadaşların bildikleri biri.
Makinesi ve kamerası ile çalışan biri.
24 saat yeri ve mekânı bilinen habere koşan bir muhabir.
Yaptığı işin gizlisi saklısı yok sırf çalıştığı ajansı muhalif diye haksızlığa uğraması doğal mı?
Erdoğan’dan sonra artık insanını düşüncesinde bir değişiklik olmazsa şüpheye kapılmak lazım.
Yaklaşım tarzı böyle gelişirse doğru bir sonuca ulaşmak zor gibi görünüyor.
Ülkede basın özgürlüğünden söz edebilmek için basın mensuplarının cezaevlerinde değil bürolarında olması lazım.
‘Basın hürdür sansür edilemez’ sözünün bu günlerde çok tartışılır bir hal aldığını belirtmek gerekir.
Basın hürdür mensupları tutuklanabilir anlayışına gelen bir ülkede demokratik değerlerin artık gözlem altına alınabileceğini unutmamak gerekir.
Bu ülkenin böyle yönetim sergileyerek iyi bir gidişat yakalaması gittikçe zorlaşacaktır. Bizden hatırlatılması.
Erdoğan Altan’ın yerine bir muhabir atanarak durum düzeltilebilir ancak demokratik anlayış ve basın özgürlüğüne verilen zararın telafisi bu kadar kolay olmayacaktır.
Seçim sürecine girilen bu dönemde bu tür adımların seçimleri engellemeye yönelik olarak algılanacağını unutmak gerekir.
AGİT tarafından gözlem altına alınan bir seçim sürecinde basına yönelik böylesi tavırların sonuçlar konusunda da değişik yorumlamalar oluşturması kaçınılmaz olabilir.
Biz bu kadarını düşünebiliyorsak ülkeyi yönetenlerin daha derin hesaplamalar yapmaları lazım. Hiçbir şeyi dikkate almayı gerektirmeyecek bir duruma gelindiyse çok kötü bir gelecekle karşı karşıya kaldığımızın resmidir ki bu da kötü bir sonuç demektir.