Demokrasi ve parlamenter sistemin ayrıt edici unsurlarından birisi de kuvvetler ayrılığı konusudur. İşler yolunda yürüsün ve kuvvetlerden birini elinde bulunduran başka alanlarda “astığım astık kestiğim kestik” demesin diye sistemi koruma mekanizması oluşturulmuş.
Malum demokrasi öncesi dönemde kudretli yürütücü ferman buyurduğunda şeyhülislam fetva vermek zorunda kalıyordu. Öyle olmasa devletin bekası için kardeşkanının dökülmesi meşru olur muydu?
Ülkemizde sistem ve devlet kendini koruma mekanizmaları oluşturmuş durumda. Kemalist ideoloji olarak nitelendirilen bir yapı olsa da sonuçta kuvvetler ayrılığı ilkesi ile yasama, yürütme ve yargı mekanizması devlet gidişatına yön veren temel unsurlar.
Malum demokratik yaşamda çok partili sistemin inşasından bu yana girilen seçimlerin çoğunluğunda kazanan partiler sağ görüşe sahip muhafazakâr partiler olmakta. Merkez sağ olarak öne çıksa da durum böyle. Zaman zaman yürütmeyi yani hükümeti kuran bu partiler sistemde bir takım değişiklikler yapmaya kalkışmışlarsa da devletin demokratik düzeninin koruma ve kollamakla görevli ordu duruma müdahale etmiş ve yerinden oynayan taşları gediğine oturtmuştur!
Kuvvetler ayrılığına göre dizayn edilen sistemde Anayasalar hazırlanırken de bazen yürütme bazen de yasamaya daha fazla inisiyatif tanınmıştır. Örneğin 1961 Anayasasında yasama önceliklendirilmişken 1982 Anayasasında yürütme önplana alınmıştır.
Ama yargı değişiklikleri konusunda daha hassas davranıldığını söylemek yerinde olacaktır. Türkiye’de yargı mekanizması da tıpkı ordu gibi kendini bir takım değerleri koruma ve kollama merkezi olarak görme algısına sahip olduğu söylenebilir.
Son zamanlarda gerek ordu düzeni ve algısında olsun gerek yargı düzeni ve algısında olsun bir takım değişiklikler gerçekleştirilmek istendiği açık. Ancak her iki alanda da savunma reflekslerinin geliştiğini belirtmemiz gerekiyor. Her ne kadar bu kez ortaya konulan tavır darbe ve benzeri uygulamalar içermiyorsa da yapıların kendilerini korumak için refleks gösterdiklerini unutmamak lazım. Orduda komuta kademesi emekliye ayrılırken gösterilen tavır gibi.
Ancak yargıda işler bu şekilde yürümüyor. Öyle anlaşılıyor ki bu güne kadar yargı sistemine muhafazakâr demokrat düşünceye sahip yargı mensupları alınarak geleneksel yapı bertaraf edilmeye çalışılmış ancak paralel yapı meselesinde de gördük ki bu düzenleme geleneksel yapıyı bertaraf etmeye yönelirken kendi sistemini de kurmayı ihmal etmemiş.
Hükümet şimdi bu işin farkında. Yasama ve yürütme alanında AKP’nin rakipsiz olarak işleri yürüttüğü ortada ancak aynı hızda tasarladıklarını veya isteklerini gerçekleştirme konusunu yargıda gerçekleştiremiyorlar. Açıkçası sol bloka takılıyorlarken şimdi sol ve paralele takılıyorlar. Bu da onları zor durumda bırakıyor.
İşte tam da bu noktada Sayın Başbakan’ın tepkisel çıkışlarını görmekteyiz. Yasama ve yürütme alanında tek bir karşı çıkış sesi duymazken yargıdan habire muhalif sesler yükselmekte ve eleştiri okları yöneltilmektedir. Anayasa mahkemesi başkanından tutun da diğer mekanizmalara kadar bu tepkiden nasibini almayan yok gibi. HSYK’nın yapısı değiştirilmesine rağmen sorun aşılabilmiş değil. Son gelişme ise Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Fevzioğlunun Danıştay’ın kuruluş yıldönümünde yaptığı konuşma sırasında yaşandı. Başbakan konuşmayı siyasi içerikli bularak müdahale etti ve toplantı salonunu terk etti.
Bu normal bir durum mudur?
Hayır değildir.
Sayın başbakan ve yargı alanı içerisinde bulunan kurum, kuruluş ve kişiler arasında bir anlaşmazlık olduğu açık. Kuvvetler ayrılığının bir gereği olarak kuvvetler ayrı olduklarını gösterirken tepkiler de beraber geliyor.
Eh zaten demokraside kuvvetler ayrılığı var, kuvvetler birliği oluşursa o zaman yönetimlerin adı farklı olur değil mi?
Bunun için de sinirlenmeye falan gerek yok.