Yaşadığımız ortamda artık anormallikler mantık ve düşünceyi devre dışı bıraktığından olup bitenleri mantıklı bir şekilde ele alıp değerlendirmek oldukça zor oluyor. Zaten olup bitenlerin belli bir noktadan sonra ortaya çıkardığı mantıksal değil daha çok güç gösterisi, duygusal sömürü ve cadı kazanında entrika çevirmekten ibaret.
Arap Baharı ve demokrasi furyası
Son bir yıllık sürecin ortadoğuda yarattığı havayı inceleyerek düşüncelerimizi paylaşalım. Elbette bu değerlendirmeyi yaparken bizi ilgilendiren tarafına öncelik tanıyacağız. Arap Baharı ve demokrasi furyası rüzgârı esmeden önce olup bitenleri hatırlayalım. ABD öncülüğündeki güçler Ortadoğu’ya yeni bir düzen vermek gerektiğini belirten açıklamalarla ortaya çıktılar. Büyük Ortadoğu Projesi olarak adlandırılan proje ile Ortadoğu’daki değişim sağlanacak ve diktatörlükle yönetilen ülkelerde rejim değişiklikleri gerçekleştirilecekti.
Bu rüzgârdan payını alan ülkelerin durumuna bakalım. Mısır, Libya, Irak ve diğerleri. Bu ülkelerde yönetimde bulunanlar Arap milliyetçileriydi. Bu yönetimler kurulurken büyük çıkarları için ses çıkarmayanlar gelinen süreçte artık değişikliği zorunlu gördüler. Birincisi dünyadaki iletişim olanakları artık bu rejimleri ayakta tutmayı imkânsız kılıyordu. İkincisi bu tarz ile çıkar sağlamak egemenler için artık yutulmaz olmuştu. Yıllarca Mısırda Hüsnü Mübarek’e destek vererek halkı onun rejimine ezdirenler bu kez halkı yönlendirerek Hüsnü Mübarek’i elemeyi benimsediler. Hem de Hüsnü Mübarek’in yerine aynı adamın yıllarca ezdiği Müslüman Kardeşleri iktidara taşıyarak. Bir de Libya’ya bakalım. Halkı için her şeyi mubah gören Muammer Kaddafi egemenlerin çıkarı için halkı tarafından bir kanalizasyon çukurundan çıkarılarak öldürüldü. Diğer Arap ülkelerindeki değişimler de aynı güzergâhta seyretti. Bizi ilgilendiren ise Irak ve Suriye’deki gelişmelerdi. Iraktaki değişimler burada bulunan Kürtler için bir özerk yönetim yarattı. Dünya bu değişimden sonra önünde yerel olsa da federe olsa da açık bir şekilde “Kürdistan” ile tanıştı. Suriye’deki çatışmalı durum da devam ediyor. Eninde sonunda Suriyede de bir değişim olacak ve burada da Kürtlerin statüsünde önemli değişiklikler olacak. Bunu görmek için de müneccim olmaya gerek yok.
Doğal olarak bu değişimler Türkiye’yi de ilgilendiren önemli gelişmelerdir. Buralara müdahale etmek, değişimi kontrol altında tutmaya çalışmak sürecin dışında kalmamak adına önemli olsa da sonuçta Türkiye’nin kendi sınırları içerisinde bulunan ve en kalabalık Kürt kesimini oluşturan Türkiyeli Kürtler konusunda bir politika belirlemesi gerekiyor. Bu gelişim iki yönlü olabilir. Türkiye kendi sorununu gerçekçi bir yaklaşımla değerlendirir ve demokratik bir şekilde sorunun çözümü için bir yol haritası çizer ve bu yol haritası çerçevesinde çözüme gider. Ya da savaşarak çözüme gider.
Her iki durumda da silahlı mücadele ile silahların kullanımı ile baskı ve kontrol ile sorunun ortadan kaldırılmasının mümkün olamayacağını belirtelim. Topyekun bir savaşa dönüşmediği sürece - ki bu birliktelik yerine ayrılığı beraberinde getirir - silahlı mücadele ile tarafların sonuca gitmesi mümkün değildir. Tarafların istemeleri durumunda daha çok can kaybını gerçekleştirebileceklerini buna güçlerinin yettiğini çok iyi bilmekteyiz. Ancak sorun daha çok can almakla çözümlenemez. Sorunun çözümü daha çok insanın ölümünde görülmemelidir. Daha çok insan öldürmek insanı barışsever ve insansever yapmaz. İnsanı katil yapar. Kin ve nefreti artırır. İnsanların birlikte aynı kaderi paylaşmalarının önüne geçer. Bir birlerine güven duymayı ortadan kaldırır.
Diğer yol ise gerçekçi olmaktan ve birlikte yaşamak isteyen insanların da kararlarına saygı gösterilerek birlikte yaşamanın gereklerine göre demokratik adımlardan geçer. Bu da Kürt sorunun parlamento çatısı altında çözümünden geçer.
Yol haritası da sorunun nasıl çözümleneceğini de hem hükümet hem de PKK çok iyi bilmektedir. Her iki taraf da barışa savaşarak gitmeyi tercih etmektedir. Bu yolun doğru yol olmadığını tekrar hatırlatalım. Bu yazın sıcak bir yaz olacağını ülkedeki her aydın gibi biz de tahmin edebiliyorduk. Yazdık ve öyle oldu. Keşke yanılmış olsaydık. Barışa savaşarak giden bir ülke olmasaydık.