İnsanların yaşamdan beklentileri var.

Huzurlu olmak

Refah içinde yaşamak

Sağlıklı olmak

Mutlu olmak

Sağlıklı olmak

Kavgadan gürültüden uzak yaşam gibi…

Bunları sağlama görevi ise yöneticilere eğer yürütüyorlarsa devletlere düşer.

Devlet vatandaşını barış içinde huzur ve güvende yaşatmak zorundadır. Devlet duygularla değil kurallarla hareket etmek zorunda olan bir yapıdır ve yöneticiler kişisel duygularını, inançlarını veya çıkarlarını devlete mal ederek politika yürütemezler.

Öncelik her zaman ve her koşulda halkı, barış içinde huzurlu ve mutlu yaşatmaktır.

Bunu neden yazıyor ve anlatıyoruz ona da bir açıklık getirelim. Malum Ortadoğu kaynayan bir kazana dönüştü. Arap baharı ile başlayan insanlık için sonbahara dönüşen bir süreçten geçiyoruz. Sistemler değişiyor, yöneticiler değişiyor, haritalar değişiyor.

Geçen yüzyılda yapılanların yeniden değiştirildiği bir dönem yaşıyoruz. İstesek de istemesek de rüzgâr esiyor yapılması gereken yelkenleri rüzgârdan faydalanacak şekilde ayarlamak.

Bu ayarlamanın savaşla olmaması gerektiği açık. Çünkü savaşa yelken açanların yukarıda belirttiğimiz koşullara kavuşmaları oldukça zor görünüyor. Çünkü değişim ortadoğuda ne yazık ki yine kanın akması ile gerçekleşiyor. Çocuklar ölüyor, kadınlar pazarlarda satılıyor, insanlar açlıkla pençeleşiyor. Her tarafta acı, her tarafta yoksulluk, her tarafta ölüm var.

Bu gerçek ortada iken savaş çığırtkanlarının ortalığı velveleye vermeleri insanlıktan çok çıkarlarına hizmet ettiklerini gösteriyor.

Halkın en kutsallarına oynayarak halkı bu bataklığın içine sürüklemek istiyorlar. Etnik kimlikleriyle, dini inançlarıyla, Mezhepsel bağlılıklarıyla, devlet sadakatleriyle oynayarak onları galeyana getirmeye çabalıyorlar. Yanlış yapıyorlar, çıkarcılık yapıyorlar ve insanlığa ihanet ediyorlar.

Haksızlıklar ve yok saymalar üzerine kurulu olan düzenler değişiyor. O halde yapılması gereken sorunların kansız ve çatışmasız bir şekilde konuşularak çözümlenmesidir. Aklın ve mantığın kabul ettiği budur. Bunun dışındaki bütün alternatifler kan kokuyor.

Bölgemizdeki gelişmeleri iyi takip etmek duygulardan uzak mantığın kuralları ile analiz etmek gerekiyor. Evet, insanız tamamen duygularımızdan arınamayız lakin doğruları tespit edip söyleyebilir.

Bizim bölgemizde temel sorun Kürt sorunudur. Buna bağlı olarak gelişen ve ikincil durumda kalan bir de mezhepsel çatışmalar var.

Ülkelerin ise hem kürt korunu hem de rejim sorunu var. Yani Irak, İran ve Suriyede rejim sorunu ile birlikte yürüyen bir Kürt sorunu Türkiye’de ise Kürt sorunu var. İki sorunun birlikte yürüdüğü ülkelerde kan gövdeyi götürüyor. Bu durun elbette bizi de etkiliyor. Göç konusunda etkiliyor, kardeşlik bağları açısından etkiliyor, inanç konusunda etkiliyor, insan hakları açısından etkiliyor ve eğer doğru politikalar yürütmezsek toprak konusunda da etkileyecek.

Yalnız bu etkilerden kurtulmanın yolu savaşa dalmak değil barışa odaklanmaktır.

Etrafımızdaki herkes savaşıyor diye savaşmak zorunda değiliz. Tam aksine herkes savaşırken biz barışırsak,sorunlarımızı konuşarak çözersek ileride ne kadar avantajlı olduğumuzu daha iyi göreceğiz. Savaş çığırtkanları ikinci dünya savaşı dönemini bir gözden geçirsinler bakayım. Türkiye savaşa girseydi ne olurdu? Bugün bu konumlarda mı olacaktık. Veya yakın tarihimizden bir örnek verelim. Eğer biz bugünkü koşulları 1980-90 süreçlerinde yakalasaydık şimdi ülke ekonomik ve siyasi güç olarak nerede olurdu? Farklı olurdu değil mi? Refah gücümüz, ekonomimiz ve siyasetimiz çok daha etkili olurdu ve belki orta doğudaki bu durum da çok farklı koşullara evrilirdi. Ne oldu? Yok sayarak sorunların yok olacağını sandık ancak büyüyerek önümüze geldi.

Bu nedenle Türkiye’nin politikasını gözden geçirirken mutlak suretle savaş yerine barış politikaları üzerinde yoğunlaşması lazım. Bakış açısının savaştan barışa evirmesi lazım. Kürt fobisi nedeniyle savaşa dalmak isteyenler, mezhep fobisi nedeniyle savaşa dalmak isteyenler bilmelidirler ki daldıkları veya dalacakları yer tam da bu çıkmazların bataklığıdır. Oraya girildiği andan itibaren artık çözümün değil sorunun bir parçası olarak varlığınızı sürdürmek zorunda kalırsınız. Bugünkü koşullara gelmek için yılların harcamak zorunda kalırsınız. Verilecek bütün bedeller sonrasında da belki bugünkü koşullardan çok kötü koşullarda bir barış ve çözümü aramak zorunda kalacaksınız.

Bu yüzden yol yakınken yanlıştan vazgeçin ve savaş çığırtkanlığı yapmayın. Barış isteyin, insanlık isteyin, iyilik isteyin ki bu ülke hak ettiği yere gelsin. Paylaşmaya, demokrasiyi geliştirmeye çalışın ki büyüyebilelim.

Bu nedenle de devlet yönetimindin isteğimiz savaşa değil barışa odaklanmalarıdır. İstikrar gücü olarak, barış arabulucuları olarak kendilerini kabul ettirmeleridir. Gerisi hep zarar getirir.