Bir sorununun çözülebilmesi için temel şart diyalog ortamının oluşturulmasıdır. Diyalog ortamının oluşturulması şüphesiz silahların susturulmasından geçer. Silahları susmazsa sağlıklı bir diyalog ortamını ve güven ortamını yaşatmak çok zor sağlanır. Peki, silahların susmadığı zamanlarda diyalogdan vaz mı geçeceğiz. Elbette hayır.
Ne yaparsak yapalım oluşturmak istediğimiz ortamı yumuşak ve insana hitap eden bir yaklaşımla çevreyi ve ortamı tanıyarak yaparsak daha sağlıklı bir sonuca ulaşma şansına sahip oluruz.
Silahlar konuştuğunda insanlar susar. Savaşın olduğu yerde kanun da susar. İnsanın ve kanunun sustuğu bir yerde insanlık değerleri alt üst olur. Temel haklar ki bunların başında yaşam hakkı gelir ayaklar altında yok olur. Silah konuşur barut kokusu ortalığa yayılır kan akar, insanlar ölür!
Peki, bu ölümlerin olmaması için kime ne görevler düşer?
Bir kere bir ülkenin, bölgenin yörenin aydınları, düşünürleri, ileri gelenleri, yöneticileri, politikacıları, sivil Toplum örgütleri, sendikaları, meslek odaları bu ölümlerin durması için görev üstlenmek zorundadırlar. Bu görevlerini yapmayan çağrıda bulunmayan ve çağrısı ile orantılı olarak tavır sergilemeyen her kim olursa görevini yapmamış olur.
Bu çağrıyı yapmanın da çağrıya cevap vermenin de bir usulünün varlığı elbette söz konusudur. Bir de ortamın tarafları ve muhatapları var ki bu konularda konuştuklarında kullandıkları dilin ne kadar önemli olduğunu farkında olmaları gerekir. Bakan olmak, politikacı olmak, taraf olmak eğer konum itibari ile sorumluluk yüklüyorsa o sorumluluk çerçevesinde ve yerinde konuşarak çözüme katkı sunmak gerekmektedir.
Geçmiş dönemlerde ağızlarından ateş püsküren politikacılar gördük. Vurmaktan kırmaktan yok etmekten başka bir şey konuşmuyorlardı. Askeri alanlarda askeri üniformalarla pozlar verip yok etme naraları atıyorlardı. Bu tavırlarına kanunları yok sayan özel birimler kurdurtan anlayışları da eklediler. Dediklerini de yaptılar ölümün acısını yaşayan 50 bin civarında ceset bıraktılar ardlarında. Savaştılar, öldüler, öldürdüler, legal ve illegal işlere bulaştılar. Bunların hepsini becerdiler ancak bir şeyi beceremediler.
Bu kadar acıya neden olan sorunun çözümünü sağlayamadılar!
Kendileri bulundukları görevleri ve koltukları bırakmak istemeseler de halka verdikleri sözü yerine getiremedikleri için halk onları siyasi arenadan silip süpürdü. Şimdi devlet ve hükümet başta olmak üzere herkes onların ardlarında bıraktıkları acı tabloyu silmekle uğraşıyor.
Geçen gün yine siyasi alandan iki konuşma dinledik. İkisi de bizleri yakından ilgilendirdiği için duyarlı davrandık.
Birincisi BDP Genel başkanı Selahattin Demirtaşın partisinin 1 Ekimde Meclise gideceği açıklamasıydı. Biz bu açıklamayı yerinde ve doğru bir adım olarak görüyoruz. BDP’nin Kürt sorununda bütün siyasi sorumluluğu taşımasının yerinde bir tavır olacağına inanıyoruz. Çünkü BDP’nin siyasal temsiliyet noktasında bir problemi yoktur ve parlamento çatısı altında bu alanda her türlü yetkiyi kullanma iradesine sahiptir. Bu güç seçimlerde halk tarafından kendisine verilmiştir. Bu kararın ikinci önemli yanı ise taleplerimiz karşısında -ki bu talepler halkın sesinin dinlendirilmesinden başka birşey değildir- verilen olumlu yanıttır. Tabanın ve tavanın birbirini dinlemesinin yararları ileriki süreçte daha da iyi görülebilir.
İkinci konu ise ilimizde yaşanan çatışma ile ilgili gelişmiştir. Bu ülkenin yöneticileri bakanları, milletvekilleri elbette bir olay olduğunda kente gelip halkın acısını paylaşmalıdırlar. Ancak halkın acısını paylaşırken sarf edilen sözcüklerin iyi seçilmesinde fayda bulunmaktadır. Siyasal sorumluluk taşıyan her milletvekilinin, bakanın sarf ettiği sözcüğün bu sorunun bitmesine katkı sunup sunmayacağını, Barışa hizmet edip etmeyeceğini, insanların beyinlerinde olumlu bir imaj yaratıp yaratmayacağını hesaplaması gerekir. Bu ince hesaplar yapılmazsa geçmişte külhanbeyi kesilen politikacılardan farkları kalmaz.
Bu ülkede politikacıların kullanmalar gereken dil barışın ve çözümün dili olmalıdır. İçinde bulunduğumuz koşullar ne kadar kötü olursa olsun söylediklerimiz ve yaptıklarımız çözüme katkı sunan cinsten olmalıdır. Olmazsa ne olurun derdinde değiliz, biz sadece hatırlatmayı görev biliyoruz. Sayın Bakanımız Fatma Şahin’in de bundan sonra konuşmalarında barışa ve çözüme katkı sunan bir dil kullanmasının memlekete ve millete faydalı olacağı inancındayız.